Bir Mitoloji Olarak Feminizm


Mutlak Bütün: Birey

Bugün Marksizm düşmanları, sosyalist hareket içerisinde daha güçlüdürler. Çünkü düşman, Marksizmin ezilenlerin-sömürülenlerin silâhı hâline geldiğinde nelere kadir olduğunun bilincindedir. 12 Eylül sonrası, “sınıf, örgüt olduk ama birey olamadık” sızlanışı, daha fazla karşılık bulmuş, daha fazla mevzi kazanmıştır. Economist ve onun binyıl sosyalizmi[1], buralardan kendisine yol bulacaktır. Burjuvazinin icazetiyle birey olanla, sınıfa da örgüte de savaş açacaklar.

“Bölünemez” anlamına gelen individual [birey], burjuvaziden başkasını anlatmaz. Burjuvazi, ele geçirdiği iktidarla birlikte tanımlıdır. Onu bölmek mümkün değildir. Burjuvazi, kendisini Tanrı suretinde yaratmıştır. Küçük burjuvanın asla terk edemediği, sırtını dönemediği, budur. Korunaklı bir liman olarak burjuvazi, sıcak kollarına, kendisi gibi olmak isteyenleri çağırmaktadır. Verili, mutlak, ezeli-ebedi kabul edilen birey kurgusu, emperyalist ve sömürgeci biçimleriyle, burjuvaziden başkası değildir.

Marksizmi eksik veya yanlış bulanlar, bunlardır. Burjuvaziyi ölçü aldıktan sonra Marksizmin ve sosyalizmin eksik ve yanlışlarını belirlemeye “teori” demektedirler. Devletin yerine ikame ettikleri bireyin, ekonomiyi, sosyolojiyi ve hukuku tayin etmesini istemektedirler.

Ölçü hâline getirilen birey, devletin yeni örgütlenme biçimidir. “Bölünmez bütünlük” bireydir ve o sınıf dışı, daha doğrusu, sınıf karşıtıdır ama en çok da proletaryaya düşmandır. Proletarya bireyin umacısı, gulyabanisi, ormandaki cinidir. 1848’deki ayrışmadan beri burjuva ideolojisinin her bir bileşeni, esasen ona karşı örgütlenmiş bir güçtür. Feminizmin ideolojik kökleri başka bir yerde aranmamalıdır.

Bir Sınıf Düşmanı Olarak Feminizm

Lenin, cinsellik ve evlilik gibi meselelerin temel, toplumsal meselelerin ikincil hâle getirilmesini eleştiriyor[2], “emekçi kadınların tüm fikirleri proleter devrime yönlendirilmelidir” diyor, devamında da şu tespiti yapıyor:

“En yalın şekilde dile getirilmesi gereken tez, şudur: Kadınların gerçek özgürlüğü, ancak komünizmle mümkündür. Kadının toplumsal ve insanî konumu ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet arasında mevcut olan kopmaz bağ, güçlü bir dille ifade edilmelidir. Feminizmle bizim politikamız arasında mevcut olan, silinmesi imkânsız, net ayrım çizgisi, işte budur.”[3]

O ayrım çizgisi, bugün itibarıyla silinmiştir. Kolektif meselelerin ezdiği kadınlara bireysel kaçış yolları sunulmuştur. “Feminizmdeki ikircikli hâl, […] liberal-bireyci senaryo lehine çözüme kavuşturulmuştur.”[4] Kendi varlık biçimleri, renkleri, cinsellik vs. yüceltilmiş, kaçış imkânı olarak örgütlenmiştir. Kadın’daki toplumsal-tarihsel ve biyolojik bağlarla elde ettiği kudret, dirhem dirhem azaltılmıştır. “Kurtuluş” dedikleri, o kadından kurtulmaktır, ona egemenlerin değer verdikleri şeyleri öğretmektir. Kadın hareketinin feminizmden kurtarılması önemli bir meseledir. Feminizm, kadının proletaryadan kopartılması, hayattan uzaklaştırılması, tasfiye edilmesidir.

2002’de “Kurtuluşumuzu Örgütleyelim” isminde bir kadın konferansı tertiplenir.[5] Neoliberalizmin partisi AKP’nin iktidara yürüdüğü moment için gayet “tesadüfi” bir gelişmedir bu. “Feminist misin?” sorusu karşısında “kötü bir şey söyledi bana” diye düşünüldüğü bir dönemden feminizmin başa taç edildiği bir döneme geçilmiştir.[6] Solcular, bir broşürle LGBT aktivisti, bir günde feminist oluvermişlerdir. Eskiden feminizme mesafeli olan sosyalist örgütlerin neredeyse tamamı, feminist olmuştur, sol elini vermiş kolunu kaptırmıştır.[7] Bu dönüşüm AKP’nin arkasındaki Avrupa rüzgârı ile alakalıdır.

Bunun bir delili de solun yukarıdaki Lenin’e ait paragrafa yaptığı çeviridir.[8] Çeviride ısrarla “feminizm” geçen yerlere “kadın hakları savunuculuğu” yazılmış, Lenin’in adlı adınca feminizmi eleştirmesine tahammül edilememiştir. Çünkü Avrupa istihbaratı ve devlet kurumları solculara feminist olma emri vermiştir.

Toplamda 2002’de egemenler, hem AKP’yi hem de AKP’ye yönelik olası muhalefeti örgütlemeye başlamışlardır. Tencere-kapak ilişkisi, egemenler eliyle tesis edilmiştir. Solun kimlik siyasetine kul köle olduğu süreç bu ilişki bağlamında işlemiştir.

Lenin’in feminizm eleştirisine yönelik tahammülsüzlük, sınıf hareketiyle ilgilidir. Oradan kısa vadeli sonuç alamayanlar, İşçi’ye dair tuhaf algılarının ve bilgilerinin yerine Kadın’a dair algıyı ve bilgiyi koymuşlardır. İlk algı ve bilginin işçiyle alakası olmadığı gibi ikinci algı ve bilginin de kadınla alakası yoktur. Gelişmesi muhtemel işçi hareketi feminizmle kontrol altına alınmalıdır. Fabrikayı merkezden çıkartan, ev işlerini merkeze koyan feminizmin derdi, kadının işçileşmesi değil, işçinin “burjuva kadın”laşmasıdır.

İşçiyi metafizik, soyut, her şeyden münezzeh, küçük burjuva kurgularına kurban edenler, aynı işlemi kadına yapmışlardır. İşçiciler, burjuva ölçüsünde bir “işçi” imal ederken, kadıncılar da gene aynı ölçü uyarınca gerçek kadınlarla alakası olmayan bir put üretmişlerdir. İşçi’nin tüm ezilen kesimlerle bağını kesenler, bugün aynı yaklaşımı Kadın konusunda sergilemektedirler. Bu noktada eski İşçi’den, Sınıf’tan sıkılmış olanlar, sırf düşmanlık etmek adına, Kadın’a sarılmaktadırlar. Bir süre de onu tüketecekler, onu satacaklardır. İşleri budur.

Bu bağlamda feminizm, bir tür anti-komünizm olarak örgütlenmektedir. Tüm mızraklarının ucu, sömürüye ve zulme değil, işçi hareketine ve sosyalist harekete yöneliktir. Feminizm ilkinde sömürü, ikincisinde zulüm görmektedir. Artık aslolan, meritokrasi, bireysel ilerleme, bireyin üstünlüğüdür.

Lenin’in uyarısı da bu yöndedir. Üretim araçlarındaki özel mülkiyete ses etmeyen, hatta onun ideolojisi olarak örgütlenen feminizm, emekçi kadınların zihinlerini bulandırmaktan gayrı bir işe yaramaz. Lenin, fazla patriarkal, fazla eril, fazla cis hetero konuşmaktadır!

Anneliğin Tasfiyesi

Metafiziğin bağlamı burasıdır. Feminist hareket, kapitalist nizamda ailenin bir yüzünün tasfiyesi için gereklidir. Marksist olduklarını söyleyenler de dâhil feministlerin esas derdi, ailedir.

Ailenin tasfiyesi ile ilgili bir işlevlerinin, rol paylaşımının olduğunu iyi biliyorlar. “Küfürlere nesne değil hayata özne olmak isteyen” feministler, özneliğin nerede tanımlı olduğunun gayet iyi farkındalar. Esas dert, aile bağlamında tanımlı kadının özgürleştirilmesidir. Kapitalizmin yeni döneminde ailenin ve bir devlet formunun tasfiye edilmesidir. Bu tasfiye işleminin sınıfsal, iktisadî zemini asla sorgulanmaz.

Bu açıdan cinsel objeyi süjeye çevirip cinselliğin toplumsallığı ile ilgileniyorlar. Her şeyde cinsellik görüyorlar. Cinselliği tek özne olma yolu olarak yutturuyorlar. Hatta cinsellikten başka bir şey görene düşman kesiliyorlar. Küçük burjuva, kendisine verilen görevi abartmayı, rolünü köpürtmeyi seviyor. Görev tanımları gereği, kadın cinselliğini her yana yayıp aşkı, aileyi, kadına biçilmiş roller başlığı altında yok etme çabası içerisine giriyorlar. Bu işin ekmeğini yiyeceklerini iyi biliyorlar. Bu noktada burjuvazinin tanrı-öznesi bireyi temel ölçü kabul ediyorlar.

İşçicilerin tanrı-öznesi İşçi iken aynı isimler, bu sefer İşçi’nin yerine Kadın’ı koyuyorlar. O Kadın, hiçbir teoriye gelmiyor, incelenemiyor, ezeli ebedi varlık olarak, doğrulmuyor da doğurmuyor da. Memeleri sarkar diye çocuk doğurmayanları, aileyi, çocuk büyütmeyi “mesai” görenleri örgütlüyorlar. Hepsinin dilinde burjuvazi, burjuvazinin bireyi konuşuyor.

O birey, her an reklâm panolarında arz-ı endam ediyor. Özne, fail, aktör olanın mankenler, aktrisler, şarkıcılar olduğunu öğretiyorlar. Kadınlar Flormar’da sömürülürken, onlar şirketin reklâm yüzü oluyorlar. Kadınlara “özne, fail, aktör ol” denilirken, o reklâm yüzleri örnek veriliyor. Çünkü birinci ve ikinci dalgayı dindirmiş olan feminizme ancak kadın bedenini pazara çıkartma işi düşüyor. Güçlü kadın diye gösterdikleri modeller, burjuva imgelerden gayrısı değil.

Sonra o reklâmlar, emtia, pazar ve rekabet için yüzlerini doğuya çeviriyorlar. Batılı kavramlarına buralardan karşılıklar bulmak istiyorlar. Batı’da atılan sloganları, yazılan bildirileri Türkçeye çevirip dolaşıma sokuyorlar. Cezayir’de “Güzel değil misin, çıkarsana peçeni” diye afiş asan Fransız subayları gibi düşünüyorlar.[9] Mısır’ı, Hindistan’ı işgal etmiş lordlar gibi hareket ediyorlar.

Ortadoğu’ya sahte Arap isimleriyle kendi metinlerini çeviriyorlar, kendi sözlerini satın aldıkları devşirme isimlere söylettiriyorlar.[10] “Özgürlük oksijen gibidir. Özgürlük olmadan yaşayamayız” diyorlar. Ama o özgürlük hâliyle ne yaptıkları meçhul. Çok birey oluyorlar ama ortaya ne ürün koymuşlar bugüne dek, bilen yok!

Hiçbir şeyin sorumluluğunu almama, çocuk sahibi olmama, kocasızlık, tek reçeteleri… Bireyler serbest olacak diye bir sömürü ve zulüm düzeni baki kalıyor, buna ses eden yok! Kapitalizmi ve devleti, kitleyi bireylerde çözüyor, ağızlarına bir parmak bal çalıyor, kendisini orada örgütlüyor. “Özgürlük kendi başına bırakılmak demektir… açlıktan ölecek olunsa bile. Bu, liberalizmin özü.”[11] O liberalizmi çok seviyorlar, onu yoksullara da öğütlüyorlar. Yoksulları liberal yalanlarla oyalıyorlar.

Neoliberalizm koşullarında bu bir başına bırakılmak, kuraldır. Bunun çeşitli teorik kılıflara büründürülmesi gerektiği açıktır, zira neoliberalizm, asıl kadınları vuran bir meseledir. Sonuçta koruma politikaları bile erildir, heterodur, patriyarkaldır! Feminizmin görevlendirildiği mevzi ve mevki, neoliberalizme dairdir. O, bir feministin ifadesiyle, “kapitalizmin odalığı hâline gelmiştir.”[12] Feminizm yenilmiştir, yenilgisinin bedelini tüm toplumsal hareketlere ödetmek derdindedir.

Fahişelik

Anlaşıldığı kadarıyla, kadının daha fazla seks yapmasını bu sebeple istiyorlar. Aile bağları, kadınlık rolleri zayıflasın diye, birey olarak kadının daha fazla hedonist olmasını, böylelikle fail, aktör, özne hâline gelmesini talep ediyorlar.[13].

Patronlarsa kadına fail, aktör, özne olma kapısı olarak açılan seksi sömürmeyi iyi biliyorlar. Seks ticaretinin feminist hareketi güçlendirdiğini, kadını fail, özne, aktör kıldığını söyleyen anlayışa destek veriyorlar. “Seks pozitiflik” denilen anlayış, kadının ancak pazarda özne ve güçlü olabileceğini söylüyor. Bu bağlamda orgazm meselesi, duygusallıktan arındırılıyor, teknik bir konuya indirgeniyor ve piyasaya sürülüyor. Altmışların tüm fikirleri, bir yol bulup burjuvanın dünyasına hizmet ediyor ve onun pazarını besliyor.

Geçmişte Friksiyon diye bir internet grubu vardı, bunlar “pezevenk” olduğu düşünülen bir kadına yönelik şiddet üzerinden ikiye bölündü. Şeflerden biri, o pezevenge destek verdiği için arkadaşının yazısını yayından kaldırdı, sansürledi. Böylelikle bir “seks işçiliği” tartışması başgösterdi.

Aynı kesimler, bugün seks işçiliğinin neoliberal bir kavram olduğundan, kapitalizmi beslediğinden bahsediyorlar. Bize bu zokayı yutmayı öğütlüyorlar. Kendi bireyci, liberal siyasetlerini pazarda satmayı solculuk olarak ambalajlıyorlar, her limanda birkaç sevgili yapmanın kirini protofeminizmle gizliyorlar. Artık solcu şefler, dergilerinde çalışan kadınlara tek tek asılmıyorlar, “ya tutarsa” diye hepsinin eposta kutusuna porno film gönderiyorlar, ama buna kimse “patriyarkal” demiyor.

Temelde burada desteklenen, pazarın, kapitalist-emperyalist ilişkilerin bilhassa Doğu gibi “geri kalmış, yobaz, çürümüş, gerici” yerleri dağıtması, kendisine göre inşa etmesi. Buna uygun bir feminizm, esasen “emperyalist feminizm”[14] olarak nitelendiriliyor. Özgürleştirme projeleri, tüm doğulu kadınlara seks, porno ve fuhuştan ha bir de mikro krediden başka bir şey önermiyor.

Doğulu kadınların kurtarılması gereken nesneler olduğu fikrini Pentagon’a ve NATO’ya armağan eden, işte bu feministler. Fuhşun, pornografinin yaygınlaşmasını bu yüzden istiyorlar. Hatta Avrupa’da mülteci olarak yaşayan İranlı sol bir örgüt, uydu yayınlarında kendi halkına saatlerce porno izlettirmeyi gayet “devrimci” sayıyor. Oysa bu, İsrail’in Gazze’deki yayınları kesip porno izlettirmesi ile aynı kafadan çıkan bir fikir. Kadını aşağılayan, kurtarılacak zavallı olarak gören, ondaki mücadeleye asla güvenmeyen bu yaklaşımı kimse eleştirmiyor. Gençliğe ve kadına bu şekilde tepeden bakan, onların iradesini küçük gören yaklaşım, sola giderek sirayet ediyor. Sol, kendisi dışındaki herkesi sürü olarak görüyor.

Öte yandan egemenler, ne yaptıklarının gayet farkında. Kudretli, yetkilendirilmiş, gücün tadını alan, dişine kan değen bireyin kendilerini seçeceklerini iyi biliyorlar. Kurtuluş da özgürlük de emperyalistlerin umurunda değil. Onların solcuları, “artık şu kurtarıcı üslubunuzu bırakın” emrini veriyorlar, sola “kurtuluş” davasını çok görüyorlar. “Egemenlerin kurtarıcılığı” için burada yolu temizlemek istiyorlar. Geri kalmış sol öbekleri tasfiye ediyorlar, olmadı, onları uygun kıvama getiriyorlar.

Çünkü onlar, “ladinî düşünce dünyasında, sorunları kendisine refere ederek, kendi deneyim ve idrak kapasitesi ile çözdüğünü” sanıyorlar.[15] O nedenle o kendiyi sorgulamamızı sağlayacak teoriyi, iktisadı, üretim ilişkilerindeki mülkiyeti küçük görüp ahlakı öne çıkartıyorlar, kendi ahlaksızlıklarını örtmek adına. Ekonomi eleştirisi ile kapitalizmin işleyişini gizleme imkânı buluyorlar. O ahlaksızlıksa, fuhşa “seks işçiliği” diyerek sahip çıkıyor, pezevenkleri ve kadın tacirlerini destekliyor.[16]

Birey, Aile, Sınıf

“Sır” dedikleri bağ; tarihsel olarak oluşmuş her türden bağ. Kimi kirli, kopuk, arızalı yanları var elbette ama onlardaki bu bağlara yönelik düşmanlık, esasen neoliberalizmin amentüsü gereği. Yeni düzen emrediyor, onlar da bağlara saldırıyorlar, bağcıları dövüyorlar.

İrfan Aktan, rejimin Sabah üzerinden yaptığı röportajların liberal muadilini gerçekleştiriyor, onları tamamlıyor. Hepimizi bu rejime kul köle etme derdindeler. Polisin kendi programında servis ettiği, sol oyalansın diye ortalığa saçtığı bir habere sevinçle atlıyorlar.[17] Sır diye toplumsal bağları düşman belliyorlar.

CHP başkanı, Neşet Ertaş’ı Ozan Arif’in yanına yerleştiriyor. Aradaki farkı silen de aşka ve sırra küfreden de bir ve aynı. “Aşk sırrınan olur” diyen Neşet Ertaş, Aksu Bora, Gülnur Acar Savran ve Nükhet Sirman için bir düşman. Sirman sırra-bağlara; Savran aileye[18]; Aksu Bora ise aşka düşman kesiliyor, onun “öğrenilmiş bir ideoloji” olduğunu söylüyor[19], oysa hepsi de kendilerinin “ideolojik bir öğrenim” olduklarını gizliyor.

Bireyi eksen alınca aşk da, aile de, sır da fazlalık, çirkin, kötü ve tehlikeli bir hâl alıyor. Sürekli o bireyi hıfzediyorlar. Kitleye, kolektif dinamiklere, sınıfa, sınıfsal olana bakana, seslenene düşman kesiliyorlar. Onların başlarını liberal sunaklarında bir bir kesmek istiyorlar.

Birey kurgusu, burjuvaziye göre, onun için ve onun üzerinden inşa ediliyor. Dolayısıyla burjuvaziye göre fazlalık, çirkin kötü ve tehlikeli olanlar budanıyor. Sonuçta feminist hareket, sosyalist harekete yönelik bir tür Truva Atı olarak örgütleniyor.

Burjuvazi, proletaryanın kendisine söylediklerini ona iade etmek için feminizmi ve diğer kimlik siyasetlerini kullanıyor, ona ne söyleyecekse bu siyasetlere söylettiriyor. Proletarya ve halk, birden cahil, geri kafalı, kötü, tehlikeli, çirkin, cani, katil, hoşgörüsüz, zalim vs. oluveriyor. Devlet ve burjuvazi, kendisine yönelik ithamlardan bu şekilde kurtuluyor.

Veganizm, LGBT, feminizm… bunların mızrakları zalime değil, mazlum halka dönük. “Kavganın komün gücüyse, bu tarz bireyselleştirici, tecrit edici yaklaşımlara karşı.”[20]

Ailenin hedefe konması ile birlikte sıra Sınıf’a geliyor. “Zaten sınıflara karşı değil miyiz?” denilerek, sınıf düşmanlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Feminizmde kadının adı yok, o sadece burjuva birey kurgusuna kadın elbisesi giydiriyor ve işçilerin, sosyalistlerin arasına sızıyor. Sosyalistler, her şeyden azade, her şeyden kurtulmuş, havada asılı mutlak bireyin kendilerini seçeceği günü bekleyip duruyorlar. Bindikleri dalı kesiyorlar.

 

Özünde Lenin’in sözünü ettiği ayrım çizgisi, burjuvazi lehine siliniyor. Asıl üzerinde durulması gereken husus bu. Sahte bir sınıf eşitliği fikri üzerine kurulu liberalizm, sınıf dışı özneler kurguluyor. Bu özneler, kadın ve erkek cinsiyetinin olmadığı, düz, pürüzsüz, çatlaksız bir kurguya meylediyor. İşte o noktada özel mülkiyet, üretim araçları gibi meseleler, anlamını tek tek yitiriyorlar. Kolektif kurtuluş, yolunu yitiriyor.

Mit

Kadın hareketi, feminizmin tahakkümü altındadır artık. Birey olarak inşa edilen bir ideoloji, geçmiş ve bugün bilincine kapanmaktadır. Bu noktada o birey, antropoloji ve sosyoloji bilgisine sarılır. Beş bin yıl önce bugündeki kadını arar, bulur, onu yüceltir. Türk ideolojisi ve milliyetçiliği kurmaya çalışanlar gibi, ilk olana “Kadın” der, onun dışını düşman olarak kodlar, her şeyi düzler, her tür çatlağı kapatır. Türk, ilk insandır, ilk insan olandır, mitolojiden beslenen bu ideoloji, bugündeki sınıfsal ayrımlara karşı inşa edilmiştir.

Milletler ligine girmek isteyen Türkiye, Kadro dergisi eliyle “ezilen devlet” mitolojisi üretir. Benzer bir küçük burjuva üretim, feminizmi var etmektedir. Ondaki Kadın, bir kurgu olarak, bugünde zengin sofralarına oturmak içindir. Aradaki sınıfsal farklara düşman olan, faşizmde de görülen bir tür mitoloji, feminizm donunda tekrar sahneye çıkar. Bugün “emekçi kadınlar günü” tabirine alerji geliştirilmesinin sebebi budur: zengin sofralarından uzak durmak istenmemektedir.

“Kadın” kurgusunun kadınla alakası yoktur. Erkek düşmanlığı ile sağcılardaki yabancı düşmanlığı, aynı yerden, aynı düşünsel zeminden beslenmektedir. Küçük burjuva, burjuvayla kurduğu eşitlik ilişkisinde bir tür özgürlük bulmakta, tarihi ve toplumu buna göre okumakta, ilkini devrimden, ikincisini sınıftan azade bir yerden ele almaktadır. Örneğin geçmişte egemenlerin teolojik zemini de olan sınıfsal kurgusu dışına işaret ettikleri için cadılar öldürülmüş, ama feministler, onların sırf kadın diye öldürüldüklerini düşünmüşlerdir. Bu sebeple cadı başlıkları takılmakta, ama cadının düzen dışı kavgasına o başta yer bırakılmamaktadır. Ayrıca Ebu Gureyb’deki kadın subaylardan Hillary Clinton’a, oradan binlerce insanın sömürüsüne imza atan tekellerin üst düzey kadın yöneticilerine fark koymak, onlara mesafelenmek, bu başın istediği bir şey değildir.

“Erkek düşmanlığı” sayesinde sessiz bir akit imzalanır efendilerle ve onlara “bu gerçeği böldürmeyeceğim, sen merak etme” denilir. Nedense sosyalist ve kolektif maskesi takmak zorunda kalan feministlerin Londra’da erkeklere düşmanlığı, patriyarkaya karşı başkaldırıyı tüm dünyaya öğretmek istemelerinin sebebi budur.[21] “Sömürüye karşısınız ama erkeee değilsiniz, olmaaz!” diye feveran edip durmaları, parmak sallamaları, o akitle ilgilidir. Söz konusu mitolojinin kadının kurtuluşuna, ezilenlerin, sömürülenlerin iktidarına bir hayrı olmayacağı açıktır.

Tarihi devrimin, toplumu sınıfın bölmesine sinirlenenler, hep bu türden mitolojilere sarılmaktadırlar. Devrim ve sınıf yürüdükçe küçük burjuvazinin tüm mitolojilerini parçalayacaktır.

 

Emrah Arben

7 Mart 2019


Mart 2019 tarihinde http://istiraki.blogspot.com' da yayınlanmıştır.


Dipnotlar

[1] V. I. Lenin, “Economist”, 1 Mayıs 1915, İştirakî.

[2] Eren Balkır, “Solun Antisemitizmi ve Şalom”, 16 Kasım 2018, İştirakî.

[3] Clara Zetkin, “Lenin on the Women’s Question”, Marxists.org.

[4] Nancy Fraser, “Feminizm: Kapitalizmin Odalığı”, 14 Ekim 2013, İştirakî.

[5] Selahattin Aykurt, “Jin Jiyan Azadi”, Solpolitik.

[6] Solda nadir görülen bir feminizm eleştirisi için bkz.: “Bağımsız Kadın Örgütlenmesi ve Feminizm”, Devrimci Hareket.

[7] “Hasbiye Günaçtı Söyleşisi”, 25 Kasım 2018, Duvar.

[8] “Lenin’le Kadın Sorunu Üzerine”, Halk Cephesi.

[9] Alexis Chavez, “Cezayir’de Sekülerleştirme Girişimleri”, İştirakî.

[10] Neval es-Saadavi, “Evlilik ve Annelik”, 9 Şubat 2019, Feminist Vesvese.

[11] Stan Goff, “Seks İşi Neoliberal Bir Kavram”, 13 Şubat 2019, Dünyadan Çeviri.

[12] Nancy Fraser, a.g.m.

[13] Heather Brunskell-Evans, “Günümüz Seks İşçisi Kültü”, 11 Temmuz 2017, Çatlak Zemin.

[14] Hester Eisenstein, Feminism Seduced: How Global Elites Use Women’s Labor and Ideas to Exploit the World, Paradigm Publishers, Londra, 2009, s. 191.

[15] Ebru Afat, “Ömer Laçiner Söyleşisi”, Anlayış.

[16] Julie Bindel, “Kadın Ticareti”, 28 Şubat 2019, İştirakî.

[17] İrfan Aktan, “Nükhet Sirman Söyleşisi”, 12 Ocak 2019, Duvar.

[18] İrfan Aktan, “Gülnur Acar Savran Söyleşisi”, 9 Şubat 2019, Duvar.

[19] İrfan Aktan, “Aksu Bora Söyleşisi”, 16 Şubat 2019, Duvar.

[20] Eren Balkır, “Kaldıraç’ın Feminizmle İmtihanı”, 20 Mart 2014, İştirakî.

[21] Ece Kocabıçak ve Selin Çağatay, “Feminizm ve Marksizm: Kırk Yıllık İhtilaf”, 20 Şubat 2015, Bacılar Kıraathanesi.