Loading...

Bir Yıllık Muhasebe (IV)


“Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir.

Sen onları toplu sanırsın,

oysa onların kalpleri dağınıktır.”

[Haşr/14]

 

10 Mart Dönemeci

2024 Ekim’inde Suriye sahasının İngiltere kontrolünde ısınması, MHP’yi özellikle 2023’ten itibaren girdiği dar adliye koridorundan çıkarmıştı. Buna karşılık, ABD’nin başkanlık seçimlerini ve iç işlerini nispeten stabilize etmesinden sonra, 10 Mart 2025 itibariyle Suriye sahasında ağırlığını koyması, MHP’nin ikinci darlanma döneminin başlangıcı olarak ele alınabilir. 19 Mart İmamoğlu operasyonu, bir yerde, merkezî devlet çekirdeğinin, ABD’nin 10 Mart hamlesine karşı gösterdiği karşı reflekstir. MHP’nin operasyonların ilerlemesindeki ve derinleşmesindeki azmi, onun temsil ettiği devlet kliğinin siyasî eğilimleriyle ilgilidir. Aynı şekilde, operasyonların derinleşmesi ve genelleşmesindeki AKP’li tereddüt, hatta Kürtleri katarak sulandırma, kendi iç sermaye hesaplaşmalarını bu operasyonlara dâhil etme ve bu operasyonları “Ankara’dan soruşturma dosyası çıkarmak” için kullanan AKP’li tutum, bu partide öbeklenmiş diğer kliklerin Batı’ya yakın siyasî eğilimlerinin eseridir. Denilebilir ki belediye operasyonları MHP açısından stratejik, AKP açısından ise taktikseldir.

Bahçeli’nin, Öcalan’la kurduğu yapıcı diyaloğa karşıt olarak YPG’ye karşı takındığı tehditkâr üslup da 10 Mart ABD mutabakatıyla ilgilidir.

Aktörlerin kişilik özellikleri, zaman zaman girilen derin siyasal ittifakları açık ediyor. Geçtiğimiz günlerde Nobel Barış Ödülü, ülkesi Venezüella’nın İsrail ve ABD karşıtı siyasal iktidarına karşı darbe yapılması için İsrail ve ABD liderliğine resmî çağrı yapmasıyla bilinen Corina Machado’ya verildi. Venezüella hâlihazırda ABD tarafından deniz ablukası ve işgal tehdidi altında tutuluyor. Machado bu güncel şartlar altında ödülü Trump’a ithaf etti.[1] Her aciliyete “maydanoz olma” alışkanlığı ile Ekrem İmamoğlu, Machado’yu sosyal medya hesabından kutladı. Türkiye Cumhurbaşkanlığı için ihtimalli bir aday olarak İmamoğlu’nun, olası bir genel savaşta, ülkenin fiilî işgaline varabilecek tehlikelere yol açma potansiyeli taşıyan siyasî eğilimlerinin, tutuklanmasında ve diploma iptalinde rol oynadığı anlaşılıyor.

Bu bakımdan, CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar ile İmralı açılımının yan yana ilerlemesi paradoksal değil, uyumludur. Şam kırsalında akdedilen 10 Mart mutabakatının anlam ve önemi, Türkiye’de hâlen kavranabilmiş değildir. 10 Mart mutabakatı, Türk-İngiliz girişimlerine karşı ABD’nin bölgede hâkimiyeti koruma adımıdır; bu adımın zirve noktalarından birisi, geçen yazıda ele aldığımız Erdoğan’ın ABD ziyaretidir.

Ahmet Özel, Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş Göstergeleri

Belediye operasyonlarına Kürt siyasal hareketinin yerel seçimlerde CHP’yle giriştiği ittifak faaliyetini katmak, ABD merkezli güçlerle iş tutulmasını savunan devlet kliklerinin operasyonlara yan müdahaleleri olarak görülmelidir. Bu nevi bozucu müdahaleler, 2024’ün Ekim ayında İstanbul adliyesine yapılan ani atamalarla şekillenen operasyon kurgusundaki ana hattı teşkil etmediğinden sınırlı kalmıştır.

Bahçeli’nin, Ahmet Özel’in tahliyesi (Göreve dönmesi anlamına da gelecektir) ve Ahmet Türk’ün göreve iadesi çağrıları, yine MHP’li sözcülerin ağzından açıktan dillendirilen Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğine yönelik açıklamalar son derece gerçekçi çağrılar olarak ele alınmalıdır. Buna mukabil, devletin AİHM kararına yaptığı itiraz neticesinde Demirtaş’ın tutukluluğunu sürdürmesi de somut çatışmanın tezahürüdür. Medyada yer tutan devlet ağızlı demagogların iddia ettiği gibi, tahliyelerin gerçekleşip gerçekleşmemesinin, birilerinin “uslu durup durmaması” ile ilgisi yoktur. Rasim Ozan Kütahyalı gibi tiplerin taktiği ve gayesi, demagojilerinin içerisine bir miktar hakikat katarak psikolojik operasyonun etkisini artırmak, klikler arası boğazlaşmayı görünmez kılmak, burjuva iktidarını muhkem tutmak, Türkiye işçi sınıfına çaresizlik hissi yaymaktır.

MHP’nin Kriminalleştirilmesinde İkinci Perde

2024 yılı ekim ayından 2025 yılı ekimine gelinirken MHP’nin sokulmak istenildiği yeni dar koridorun duvarları, son aylarda hızlanan mafya-sermayedar operasyonlarıyla örülmektedir.

Ülkücü kimliğiyle bilinen Selahattin Yılmaz’ın tutuklanması, sürecin işleyiş dinamiklerinin şemasını genel hatlarıyla da olsa vermektedir. Yukarıda, AKP’de yerleşik ve Batı’ya yakın bir kliğin, belediye operasyonlarını araçsallaştırmasına değinmiştik. Hakkındaki iddiaların hemen tümü savunma sanayi ve Ankara merkezli meseleler olmasına rağmen Yılmaz, bir İBB davası itirafçısını öldüreceği ihbarına dayalı olarak İstanbul’da soruşturmaya muhatap olmuş, daha sonra bu ihbar havada asılı kalırken, Ankara merkezli iddialardan İstanbul’da tutuklanmıştır. Bahçeli’nin Yılmaz’ı medya önünde açıkça sahiplenmesi de tutukluluğu engelleyememiştir.

Yılmaz operasyonu gibi, merkezi Ankara’da bulunan Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE) eski başkanı İsmet Sayhan’ın, MKE’nin gizli belgelerini amacı dışında kullanmaktan İstanbul’da tutuklanması aynı şemayı takip etmektedir. Sayhan’ın MHP’ye yakınlığı da çok dillendirildi. İBB operasyonlarının taktiksel olarak kullanılmasının yanı sıra bu süreç, yeni sermaye dinamikleri içerisinde ciddi bir yere sahip olan savunma sanayi sektöründeki el değiştirmelerle de yakından ilgilidir. Yakın gelecekte bu sektör üzerinde, uluslararası güç odaklarını da içine alan başka çekişmelere tanık olacağız.[2] Bu eksende madencilik ve teknoloji sektörleri de birlikte ele alınmalıdır.

Kenan Tekdağ, Can Holding ve oradan Ciner’e uzanan operasyon dalgası ise üzerinde bu yazının sınırlarını aşacak detaylarıyla durulmayı hak etmektedir. Böyle bir etüt, sermaye sınıfının yapısı, tarihi, 90’lardan AKP’li yıllara aktarılan yapılar ve işleyiş mekanizmaları ile güncel dönüşüm bakımından öğretici çıktılar verecektir. Söz konusu operasyonlara bu yazı kapsamında, özetle değineceğiz. Organizasyonun merkezinde bulunduğu yazılıp çizilen Kenan Tekdağ’ın, diğer isimler tutuklanırken serbest bırakılması, serbest kaldıktan sonra Bahçeli’den geçmiş olsun telefonu aldığının duyurulması beklenen gelişmeler değildi. Tekdağ ve Can Holding üzerinden Ciner sermayesine uzanan operasyon neticesinde, Turgay Ciner’in İngiltere bağlantılarının bilinir bir hâl alması, resmi tamamlayan bir veri oldu. Ciner’in İngiltere’de himaye edileceğinden şüphesi olmamış olmalı ki yaklaşan operasyona karşı bu ülkeye yerleşmiş ve mal varlıklarını çıkarmıştır. Tekdağ-Can-Ciner operasyon hattında tutuklanan Atilla Ciner’in (Turgay Ciner’in oğlu) ilk ziyaretçilerinden birisinin 9 Ekim 2025’te Ali Koç olması, bu yazı dizisinin göstermeye çalıştığı saflaşmaların açık bir temsilini vermiştir.

Koç, daha önce Silivri’de, 2020 ve devamında şike kumpası davası için bulunmuştu. 15 Temmuz 2016 ve sonrasındaki süreç, Gülen örgütünün tasfiyesi üzerinden Türkiye içindeki İsrail ve Batı’nın gemlenmesini sağlamış, Türkiye’nin İngiltere’yle ilişkilerinin çok yönlü geliştiği bir zemini kuvvetlendirmişti. 2016 yılında Brexit referandumunu yapan İngiltere, 2020’de AB’den çıkacak, aynı yıl Türkiye’yle ikili ticarî anlaşma imzalayacak, kısa süre sonra, Türkiye’nin Astana Süreci’nde kalıcılaştırmayı başardığı İdlip hükûmetinin iktidar yürüyüşüne daha ciddi eğilecektir.

Güncel Vaziyet

Bir yıllık süreci özetlemeye çalıştık, süreç açık ve sert bir biçimde ilerlemektedir. Sinan Ateş davasının yeniden hareketlenmesi, aynı gün Ateş cinayeti organizasyonunda yer alan merkez bir figürün infaz edilmesi gibi pek çok gelişme geçtiğimiz günlerde yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir.

Gelinen aşamada Erdoğan’ın çalkantılı geçen ABD ziyareti sonrası, Mısır’da katıldığı Gazze zirvesi, klikler arası çekişme bakımından vaziyetin her bakımdan ortada olduğuna işaret etmektedir. ABD’nin Türkiye’ye geleneksel bakış açısının araçsal olduğuna geçtiğimiz yazıda değinmiştik. Gazze meselesinde Türkiye’nin alması muhtemel rolü, geçmişteki örneklerle kıyaslayarak açıklayacak olursak “Kore Savaşı’ndaki rolünden ilerde, Suriye iç savaşındaki rolünden geride” orta bir noktada olduğu görülmektedir. Mısır dönüşü Erdoğan, uçakta kendisine yöneltilen “Gazze’ye Türk askeri gönderilecek mi?” anlamına gelen soruya karşılık, konteyner gönderileceği gibi geçiştirici bir cevap vermiştir. ABD ile iş tutulmasını yeğleyen iktidar kliklerinin ülke içindeki inisiyatif alanı, ABD’nin bölgede Türkiye’ye biçeceği rolle doğru orantılı olacaktır. Sürecin ucu açıktır.

TSK’nin Gazze’ye gidip gitmeyeceği konuşulurken, tarihsel Çandarlı Halil Partisi’nin (ÇHP) seküler kanattan üyesi olan Sönmez Köksal, âdeta küllerinden doğmuştur. Bir anı kitabı bahanesiyle üst üste etkili röportajlar vererek, İsrail’le iyi ilişkileri, minimalist dış politikayı, sınır içine dönmeyi savunmuştur. Ekim ayında yapılan bu müdahale, ÇHP’nin bir başka üyesi olan Hikmet Çetin’in eylül ayındaki faaliyetlerini takip etmiştir.

yazı dizisi sonu

Gökçe Kutlu

14 Ekim 2025

Fotoğraf: Ali Koç, şike kumpas davasının duruşmasına girerken, 15 Ocak 2020, Silivri.

Dipnotlar:

[1] Güncel şartların yanı sıra, Machado’nun İsrail ve ABD’ye işgal çağrısı yapmasının ve ödülü almasının tarihsel bağlamı da vardır. Venezüella, 1800’lerin ilk yarısında ilk İsrail toprağı olarak tasarlanan Latin Amerika’nın bir parçasıdır. Arjantin ve Şili’de Yahudi devleti kurma projesi, Andinia Plânı olarak bilinir. Bugün Filistin’e yerleştirilmiş olan Siyonist varlığın dağılması hâlinde, Latin Amerika’ya geri çekilmenin mümkün olacağı konuşulagelmiş; Arjantin’deki yedek konut stokunun çokluğu dahi buna bağlanmıştır. Amerika alt kıtasının siyasî yöneliminde zincirleme reaksiyon hâdisesi çoktur. Muradı bu yönde olan Nobel Komitesi, Machado’ya verilen ödülü şu şekilde gerekçelendirmiştir: “Venezuela halkının demokratik haklarını savunmak için yorulmak bilmez çabaları ve diktatörlükten demokrasiye adil ve barışçıl bir geçiş için verdiği mücadele nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne lâyık görüldü. Venezuela’daki demokrasi hareketinin lideri Maria Corina Machado, Latin Amerika’da son dönemde sivil cesaretin en sıra dışı örneklerinden biridir.” [NobelPrize]

[2] Bu konuda Bahadır Özgür’ün çeşitli yazıları, gazeteciliğin malûl olduğu sığlığı aşıyor; meseleye belli bir derinlikten yaklaşıyor. “Operasyonlar neden silah tüccarına yöneldi?” başlıklı yazısı örnek gösterilebilir. Yine Sosyalizm.org’da yayımlanan Rosa Luxemburg’a ait çalışma, tarihsel arka plân bakımından önemlidir. Ancak konunun güncel ekonomi politik irdelemesi henüz lâyıkıyla yapılabilmiş değildir.