Loading...

Burjuvazinin “İklim Ekonomisi-Sürdürülebilirlik Finansmanı Zirvesi” ve Gösterdikleri (II)


İklim meselesinin dönüp varacağı yerin, artan regülasyonlar, yeni vergiler, Batı karşısında zorlaşan rekabet ve genişleyen finansal araçlar olacağı iyiden iyiye belirginleşmiş durumdaydı. Biz de bu meseleye çeşitli defalar değinmiştik.

2 Ekim 2020’de Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) II-17.1 sayılı Kurumsal Yönetim Tebliği’ne şu hükümler eklenmişti:

“[Payları borsada işlem gören halka açık veya payları ilk defa ulusal pazarda halka arz edilecek]…Ortaklıklar sürdürülebilirlik ilkelerine tâbi olup, bu ortaklıkların kurumsal yönetim ilkelerine uyum raporlamalarında, sürdürülebilirlik ilkeleri uyum çerçevesi kapsamındaki açıklamalara yer verilir… Yıllık faaliyet raporlarında ayrıca, sürdürülebilirlik ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığına, uygulanmıyor ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu ilkelere tam olarak uymama dolayısıyla çevresel ve sosyal risk yönetiminde meydana gelen etkilere ilişkin olarak açıklamaya yer verilir…”

Kapitalizm koşullarında, hisse senedi ihracı “büyük” şirket olmanın temel bir enstrümanı olduğuna göre, piyasa hâkimiyetinin yeni kriterlerinin “yeşil” bahanelerle tayin edildiği bir döneme girildiği görülmekteydi. “İklim Ekonomisi-Sürdürülebilirlik Finansmanı Zirvesi”, bir miktar daha olgunlaşan sürecin açık bir ilânı işlevini gördü.

Dünya Bankası’nın öteden beri, çeşitli soyut modellere dayalı olarak küresel çapta “iklim değişikliği kaynaklı zararları” hesapladığı biliniyor. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan da zirvede yaptığı konuşmada, “iklim değişikliği kaynaklı zararları” bir ön kabul şeklinde alarak hem zararların sigortalanması hem de azaltılmasına değindi. Kendi kanununda Merkez Bankası’nın amacı “fiyat istikrarı sağlamak” olarak tanımlanıyor, gerçek işlevininse her an çökme eğiliminde olan kapitalist piyasaları ayakta tutmak olduğu tarihsel deneyim ile sabit. İşte bu kurumun Türkiye’de başında olan ismin konuşması, olgunun güncel durumu açısından aydınlatıcı bir çerçeve sunuyor. Türkiye’de devletin ve sermayenin uluslararası emperyalist sistemin zorlamaları ve kendi yapısal sınırları nedeni ile tereddütlü bir noktada durduğu ancak bir yola meyledildiği anlaşılıyor:

“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olarak yeşil dönüşüme destek veya iklim değişikliği ile mücadele doğrudan görevlerimiz arasında yer almamaktadır…. Finansal istikrar için iklim kaynaklı riskleri yönetmek kadar azaltmak da önemlidir… İklim değişikliğine hazırlanmak için önemli bir yatırım gereksinimi varken, özellikle gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir finansman açığı bulunmaktadır. Ülkemizde de 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefine ulaşabilmek ve 2026 yılında malî yükümlülükleri (karbon ücreti) devreye girecek olan, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizmasına uyum sağlayabilmek için önemli bir finansman ihtiyacı bulunmaktadır… Yeşil dönüşüm birçok yönden fırsatlar da sunmaktadır. Bu alanda yapılacak yeni yatırımlar sadece iklim değişikliği kaynaklı riskleri azaltmayacak, aynı zamanda ülkemizin ekonomisine de katkı verecektir... Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, 2023 yılı Nisan ayında gerçekleştirilen 2.5 milyar dolar değerinde ilk yeşil devlet tahvil ihracı yapılmış ve söz konusu ihraca yönelik güçlü bir talep gözlenmiştir. Kamu borçlanmasının yanında gerek bankaların gerekse reel sektörün son dönem yeşil ihraçlarında da bir artış görülmektedir… İlerleyen dönemde özellikle yurt dışından sağlanacak kaynaklar yeşil dönüşüm finansmanını kolaylaştıracaktır.”[1]

Konuşmadan çıkan bir diğer sonuç da ilk yazıda değindiğimiz üzere “iklim değişimi”nin sermaye ve devlet güçlerinin durdukları yere göre değişen vaziyette, esasen bir finansman ve sistem içi rekabet sorunu, imkânı ve aracı olarak ortaya çıkmasıdır.

Karahan ile paralel noktalara da değinen Cevdet Yılmaz da gelişen tahvil piyasasına dikkat çekmiş, şirketlere dayatılan yeşil kriterlerin işlevini açık etmiştir:

“2053’e kadar net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sera gazı emisyonlarını azaltacak enerji sektörü başta olmak üzere her alanda gerekli düzenlemeleri yapacağız şeklinde bir taahhüdümüz var… Geleneksel borçlanma piyasalarının yanı sıra son yıllarda önemi giderek artan uluslararası sürdürülebilir tahvil ve sukuk piyasalarından finansman sağlanması yönünde de adımlar atıyoruz… Yeşil tahvil ihracı yoluyla sağlanan finansman uygunluk kriterlerini karşılayan temiz ulaşım, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, ağaçlandırma doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi, sürdürülebilir su ve atık su yönetimi gibi yeşil projelerin finansmanı ve yeniden finansmanı için kullanılmaktadır.”[2]

Buradaki “yeşil projelere yatırım” iddiasının yersizliği ve neye yaradığı karşılaştırmalı verilerle çoktan ortaya dökülmüş vaziyettedir. İşleyen süreç, piyasanın içeride ve dışarıda yeniden tanzimine ilişkindir. Avrupa Merkez Bankası’nın 300’den fazla bankayı dâhil ettiği araştırmasında, 2050’ye kadar net sıfırdan oluşan portföylere sahip olma vaadinde bulunsalar da bankaların fosil yakıt gibi sektörlerden pek uzaklaşmadığı sonucuna varılmış; peki ne değişmiş? Şirketlerin kredi temin ederken uyması gereken yeni performans göstergesi olan ESG (Environmental Social Governance – Çevresel Sosyal Yönetişim) derecelendirmeleri artmış.[3] Yani tabiri caiz ise bugüne kadar sermaye lafla peynir gemisi yürütmeyi başarmış, mevcut piyasayı yeşile boyamış, boyası yetişmeyen şirketleri zayıflatmış, batırmış. En iyi ihtimalle zaten kârlılığı iyi olan veya özellikle bugünkü gibi enflasyonist ortamlarda piyasayı kârları ile alt üst eden, kâr enflasyonuna boğan büyük sermaye ESG kriterlerini tamamlayarak, piyasadan emdiği kredileri ESG damgası ile temize çekerek yoluna devam etmiş görünüyor.

Zirvede bankaların durumuna da özel bir oturum ayrıldı. Bu oturumda yer alan banka temsilcilerinin konuşmalarının merkezinde de ESG kriterlerine uyum vardı. Zirvede konuşan finans sermayesi temsilcileri de meseleyi payını kopartmak olarak ortaya koydu.

Devlet ve sermayenin böylesi bir Zirvede bir araya gelerek, manzarayı kendi cephelerinden daha aşikâr kılmaları işçi sınıfı açısından iyi olmuştur. Artık ifşa olduğu üzere “yeşil” işin bahanesi, boyasıdır. Bir diğer netice olarak özellikle Türkiye’de kapitalist sistem tereddütler yaşamaktadır. Kapasite ve rekabet sorunları vardır; zayıf noktalarının tespiti mümkündür. Diğer yandan bu Zirvede ortaya dökülen gerçeklerin pratikte bir hayra dönüşmesi, ortada duran yalanı, çatlakları, tehlikeyi görüp anlatacak öznelerin çabasıyla mümkün olacaktır. İşçi sınıfı, enflasyon soygunundan, pahalı enerjiye, kısıtlanmış hayatlardan, yeni soygun mekanizmalarına tepkilidir; tepkisi artacaktır da.

–yazı dizisi sonu–

Deniz Kuzey

22 Temmuz 2024

Dipnotlar:

[1] “DÜNYA’dan İklim Ekonomisi Sürdürülebilirlik Finansmanı Zirvesi: TCMB Başkanı Karahan’dan açıklamalar”, 7 Haziran 2024, Dünya.

[2] “Cevdet Yılmaz: İlk yeşil tahvil ihracını gerçekleştirdik”, 28 Haziran 2024, Dünya.

[3] Deborah Lynn Blumberg, “Banks’ climate pledges don’t add up to change, research finds”, 10 Temmuz 2024, MIT.