Egemenin kim olduğu, bu bağlamda yargılama hakkına kimin sahip olduğu sınıflı toplum tarihinin temel meselelerindendir. Uzun Orta Çağ, çok parçalı iktidar odakları arasında, yargılama yetkisi konusunda cereyan eden çekişmelerle geçti. Hüküm sahibi olan, parçalı ve nispi iktidarını çevresine yayıp mutlaklaştıracaktı. Feodalite, bu güce sahip bir odak çıkaramadı. İş kapitalist çağa kaldı.
Kapitalist çağın göbeğinde önce Machiavelli ve onu takiben Thomas Hobbes, egemenlik problemini kral ve dünyevî iktidarı öne çıkararak çözmeye çalıştılar. Hobbes bu uğraşta, Hıristiyanlığın kölecilik karşıtı, eşitlikçi müktesebatını sömürü çarkının tepesindeki egemenler lehine ustaca eğip bükmüştü; ona göre “İsa’nın peygamber olması” formülü, egemenin kral olmasına işaret ediyordu ve dahi başka saptırmalar…
20.yy’da Hobbes’ın rolünü Schmitt alır. Ona göre, “Egemen, istisnaya karar verendir.” Yani eski tabirle şeriat, yeni tabirle hukukla kendisini sınırlı görmeyen, siyaset ne icap ediyorsa ona göre yazılı kuralı kaldıran ve yerine yeni bir düzen inşa eden kimse, buna cüret eden ve gücü yeten egemendir. Başka da bir dayanağa ihtiyacı yoktur.
Machiavelli’de, Hobbes’ta ve Schmitt’te adı geçmeyen ancak yalan, plân ve aldatmanın asıl hedefi olan, toplumun sömürülen geniş alt kesimleridir. Her türlü söylem, onların eşitlikçi ve adil bir toplum düzenine yönelmemelerini temin için üretilir. Bu bakımdan, Machiavelli-Hobbes-Schmitt çizgisinin ulaştığı modern “istisna” olgusu önemlidir. Yönetmek sanatında, olağan dönem ve olağan olmayan dönem ayrılacak ki kitlelerin sömürüye tahammülü aşılmasın, yok oluş fikri uyanmasın, isyan patlamasın, devrimci/karşı istisna hâline sebep olunmasın. Düzenle düzensizlik ayrımı, egemeni bir kurtarıcı mertebesine de çıkaracak, ulusun varlığını gerektiğinde siyaseten verdiği kararlarla koruyan egemen algısını yerleştirecektir. Tersinden denebilir ki egemen, istisnayı süreklileştiriyor, normali reddediyor ve başka biçimde yaşayamıyorsa aslında egemen değildir.
İsrail sürekli bir egemenlik ispatı peşinde, buna mecbur. Zira, emperyalist devletlerin zayıf bir anında, fiilî dayatmayla anormal olarak doğdu, terörle gelişti ve yaşamını bu vaziyette sürdürmeye çalışıyor. Organik bir halka ve kendisine ait bir vatana malik değil. Sürekli, üzerine egemenlik kurduğu toprağı kaybetme psikozu içerisinde. Çevresinde, bütünüyle kendisine tehdit görmeyeceği hiçbir halk mevcut değil; yönettiği sahalar ise çok parçalı ve çok halklı. Yahudi ulusu denen şey ise tehdit ve korkuyla İsrail’de bir arada tutulan insan güruhundan ibaret. Siyonist varlığın ilk çelişkisi doğrudan evlerine el koyduğu Araplarla; bu sebeple Arap olmayan halkları Araplara sürekli düşman etmek istiyor. Sonra Arap olmayan halkları, bu halklar içindeki pek çok unsuru düşman görüyor ve iç karışıklıkla boğuşsunlar istiyor, bu uğurda istihbari çaba harcıyor. Dahası, uluslararası sistemde varlığına bir gerekçe bulmak için, enerji yollarını, zorlama biçimde, kendi egemenlik sahasından geçirmeye çalışıyor. Her Yahudi’yi asker, her Arap’ı terörist yapıyor. Düşman olarak gördüğüne sürekli abluka ve açık soykırım uyguluyor. Durup dinlenecek, halkı bildiği kitleye bile rahat bir nefes aldıracak bir neşeye sahip değil; ancak şımarık ve geçici mutluluklar sergileyebiliyor. Liste uzatılabilir…
Şaron İkinci İntifada sırasında, “İsrail başkalarını yargılama hakkına sahiptir ancak kesinlikle hiç kimse Yahudi halkını ve İsrail Devleti’ni yargılama hakkına sahip değildir,” demişti.[1] Bu sözü, İntifada sırasında, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı şiddet ve ayaklanmanın sebeplerini araştırmak için, eski Başbakan Ehud Barak ile Arafat’ın anlaşması üzerine kurulan Mitchell Komisyonu’nun Filistin’deki incelemeleri sırasında söylüyordu. Şaron’un bu sözünün iki yönü vardır: Birisi teoriktir, yukarıda bahsedilen yargılama yetkisi ve egemenlik inşası ile alâkalıdır. İkincisi, ilkiyle bağlı olarak pratiktir. Barak, ABD’nin bir ileri karakolu olarak, uyumlu İsrail projesinin adamıdır. Şaron ve bugün Netanyahu çizgisi ise kurucu azgın Siyonist projenin adamlarıdır. Siyonist proje, siyasî bir kara delik gibi, tüm ilgi, para, güç ve egemenliği emmek zorundadır; aksi hâlde infilak edecektir. İsrail düzeni, başka bir kadro tipini iktidara getiremeyecek kadar tıkalıdır.
Siyonist varlık; siyasî bir boşluk anında oluşmuş, devletleşmesi ABD’nin işine gelmiş, bu sırada ABD’nin bölge çıkarlarına göre şekillenen kişi ve yapılar devlet sistemine yerleşmiş, bu kişi ve yapılarla köktenci Siyonistler arasında uyumsuzluk 2000’li yılların ortalarına kadar nispi bir dengede ilerlemiş ve nihayetinde rejim Siyonist yayılmacı-Yahudi üstünlükçü aslına inkılap ederek ve kendi merkezî hırslarına gömülerek yavaş yavaş miadını doldurmaktadır. Bugün iktidarda olan Netanyahu, İsrail doğumlu ilk başbakandır, paradoksal biçimde dünyaya iktidarsız bir odaktan nizam vermeye çalışmaktadır.
İsrail’in varlığının sonlanması, içine doğduğu kapitalist egemenlik paradigmasının icabıdır. Kapitalist egemenlik kuramı bir yana, İsrail’in kendi halkı bildiği topluluk parça parçadır, bu vaziyet günlük hayattan parlamento yapısına kadar yaygın ve derindir, dünya halkları İsrail’i reddetmektedir; Filistin’den, Yemen’den, İran’dan sert darbeler yemektedir. Bölge halkları geçmişe göre daha bilinçli, güçlü ve örgütlüdür. Sürekli egemenlik ispatı peşinde olan, savaştan savaşa koşan bu yapının diplomasisi, gerçekte ABD tarafından yürütülmektedir. Son İran-İsrail Savaşı neticesinde masaya İran ve ABD oturmuştur. Devrimci teori icabı, Siyonist oluşum dağıtılmalıdır. Pratik, teorik zorunluluğa koşut ilerlemektedir. İsrail’in gücü mutlaklaştırılmamalı; bilinçle ve sabırla mücadele edilmelidir.
Gökçe Kutlu
7 Temmuz 2025
Dipnot:
[1] “Clashes mar Mid-East inquiry” [Çatışmalar Orta Doğu soruşturmasına gölge düşürdü], 25 Mart 2001, BBC.