Loading...

İlkel Birikim 4.0


19.yy ve her bakımdan uzantısı olan kısa 20.yy, demokrasi, parlamento, özgür basın, sendika, kamuoyu gibi kavramların çağı olarak geldi ve geçti. 20.yy’ın iki büyük savaşı, birer parantez olarak düşünüldü; savaşlar kaideleri bozmadı, 1945 sonrası daha liberal bir siyasî anlayış yerleşti. Geldiğimiz aşamada esas parantezin demokrasi, parlamento, özgür basın, kamuoyu dünyası olduğu ortaya çıktı. Sanki kapitalizm, pandemi operasyonundan sonra daha belirgin biçimde, kaldığı yerden, 17.-18.yy’dan devam ediyor.

19.yy’ın görünmez elle idare edilen liberal kapitalizm kurgusu, Marks’ın tabiriyle bir “operasyonun” peşinden gelmişti. Ortak toprakların parsellenip yok pahasına satılması, bunların üzerinde yaşayanların işçileşmesi, özetle mülksüzleştirme; şehirlere doluşan kitlelerin kanlı yasalarla disipline edilmesi... Bu polisiye hamleler, kitleleri güçten düşürüp savunmasız proleterler hâline getirmek içindi:

“18. yüzyılın son on yıllarında tarım işçisinin ortak tarım toprağı ile ilişkisinin son izi yok oldu… Burjuva kapitalistler, diğer şeyler yanında, toprağı tümüyle ticarî bir meta hâline getirmek, tarımda büyük işletmeciliğin daha geniş bir alana yayılmasını sağlamak ve özgür ve korunmasız taşra proletaryası arzını artırmak vb. amaçlarla bu operasyonu kolaylaştırmıştı.”[1]

16.yy’da manifaktürde çırak bulmak için kırın dağıtılması gerekiyordu; fabrikaların işlemesi ise çocukların büyük oranda işçileşmesini, Afrika’dan akın akın insan kaçırılmasını gerektiriyordu. 17. ve 18.yy’a gelindiğinde sanayici tipi kapitalistin doğumu bu şekilde gündeme geldi. Bu devrin üç tekniği olan devlet borçlanması, yüksek tüketim vergisi ve korumacı politikalar; toplumların iliğine kadar sömürülüp toplanan değerin devletten devlete akışı vasıtasıyla modern kapitalizmin merkezlerini yarattı. Amerika’nın altın ve gümüşü İspanya’ya; İspanya ve Venedik’in parası Hollanda’ya; Hollanda’nın hasılatı İngiltere’ye; İngiltere’ninki ise ABD’ye aktı. Bu devirde işçi, fabrikada sömürüldü; sonra hayatta kalmak için yediği-içtiği mallara uygulanan dolaylı vergilerle bir kat daha mülksüzleştirildi, iflahı kesildi. Bu plânlı saldırının sırasıyla ikisi açık, biri örtülü olmak üzere üç temel amacı vardı: Sermaye karşısında insanı güçten düşürüp itaatkâr kılmak, düzenli gelir elde ederek devlet borçlarını ödemek, giderek artan uzun ve düzenli savaşları ve savaş teknolojisini finanse etmek. Modern kölelik lafı öylesine edilmemiştir.

17.yy’da altın çağını yaşayan Hollanda, denizlerde giderek İngiltere rekabetinin zorluğunu yaşıyor, tüm zenginliğine rağmen çözemediği bir savaş sarmalına giriyordu. Savaştan kaçamıyordu. Bu rekabetten galip çıkacak olan İngiltere, 18.yy’dan itibaren bir dünya sistemine doğru ilerleyecektir. Tam bu eşikte, işçi sınıfına karşı iktidar kurmak, artan savaş ihtiyaçlarını gidermek üzere temel malların kasten pahalandırılma stratejisi teorize edildi. Hollanda’nın siyasî idarecisi Johan De Witt, bunu şu şekilde formüle ediyordu:

“Ve görüyoruz ki, en serbest ve kendiliğinden ödenen vergiler, en az rahatsız edici ve can sıkıcı olanlardır; bu nedenle şu sırayı gözetmeliyiz: Öncelikle ve en fazla olarak, rahatlık, zevk ve süse yarayan malları vergilendirmek; ardından da hiç kimsenin onsuz yapamayacağı et, içki, barınma, ısınma ve aydınlatmada kullanılan malları vergilendirmeliyiz… Bu nedenle, bu tür vergilerden kaçınmak için hiçbir sakinin ülkeyi terk etmesi gerekmez ve her yıl kendi üzerine yüklediği yükten şikâyet etmek için hiçbir nedeni olmaz… Ve bütün bu para toplama yolları, bu ülkede yaşayanlardan, yani geçimini burada sağlayanlardan başka kimseye yük olmayacağı, bahsi geçen bütün para toplama yollarının halkı hünere, çalışkanlığa ve tutumluluğa teşvik edeceği ve o zaman kolayca kabul edileceği açıktır.”[2]

Metin 1662’de, Hollanda’nın henüz parlak bir devrinde fakat deniz savaşlarının ortasında (birincisinden sonra ikincisinden önce) kaleme alınmıştı. Witt burada temel mallar üzerine dolaylı vergiler koyarak Hollanda’nın elinin altındaki nüfusu sömürme stratejisini ortaya koyuyor. Halkın pahalılıkla sömürülmesi teorize edilirken ortasına düşülen savaş hâlinden bahis açılmıyor ancak Witt’in önceki sayfalarda yazdıkları meseleyi açık ediyor, verginin savaşlar ve sürekli gelirle olan bağını biliyor:

“İthal veya ihraç edilen mallar üzerindeki vergiler, tüketim vergileri ve emlâk üzerindeki vergilere gelince; sanıyorum ki, geçmiş çağlarda barış zamanında bu tür vergiler hiç konulmazdı. Zira Hollanda kontları, gelirlerinin ötesinde, savaş zamanında olağanüstü bir desteğe ihtiyaç duyacaklarını düşündüklerinde, bizzat kendileri eyalet meclisine gelir ve ayrıcalıklarına uygun olarak bu desteği talep ederlerdi; meclis bazen bunu kısa bir süre için kabul eder, bazen de reddederdi; ve her zaman, herhangi bir sürekli para kaynağı sağlamada son derece ihtiyatlı davranırlardı, çünkü özgürlüklerinin, önceden ne askerî gücü ne de parası bulunan bir kontun yönetiminde kalmasıyla mümkün olduğunu bilirlerdi... ”[3]

Özetlediğimiz metinlerde Witt, âdeta bugün adı KDV, ÖTV olan vergileri tarif ediyor. Siyasal iktidarların, “elinin altındaki” toplumun zorunlu tüketiminden düzenli gelir elde etmesi bakımından bugün daha çeşitli silâhları vardır. Kâğıt para basarak enflasyon yaratma; kredilerin belli kesimlere kanalize edilmesi, alt kesimlerin düşük faizle borçlanamaması, geniş kitleleri borsaya ve kripto paralara çekme gibi silâhlar geliştirmiş ve çeşitlendirmiştir. Bu silâhlar gözetim, psikolojik yönlendirme, korkutma ve medya propagandasıyla eşgüdümlü kullanılmaktadır. Tüketim vergilerinin giderek artması ve yaygınlaşması artık yapay zekâ destekli vergi takip ve tahsilatı yöntemiyle desteklenmektedir.

İşçi sınıfının cendereye alınmasında sokak ve iş yeri bazında dijital takip ve bunlara eklemlenen karbon salınım takibi, vatandaşlık puanlamaları, ev dışı fiziksel hareketliliğinin minimize edilmesi, ilkel birikim şartlarının ikinci perdesinin aralandığını gösteriyor. William Blake, Londra şiirinde “parsellenmiş sokakları” 18.yy’da kayda geçirmişti; bugün 19. ve 20.yy parantezinin kapandığı koşullarda o sokakları kameralar takip ediyor; içişleri bakanları, valiler, kaymakamlar o sokaklara ne zaman çıkılıp ne zaman çıkılamayacağına karar veriyor.

Devletlerin giderek artan dev borçları, bir ucu büyük sermayeye bağlanan hazine garantili hortumlar, savaş sanayinin günden güne şişen hacmi ve artırılan tüketim vergilerinden aldığı destek; buna karşın toplumun giderek asgari ücrete tâbi hâle gelmesi, aylık temel tüketimi için tüm gelirini tasarrufa en ufak pay ayıramadan harcamak durumunda bırakılması, barınacak sabit konut elde edememesi; neticede kumara, bahse, kriptoya meylederek boyun eğdirilmesi; artan çocuk işçiliği, işçilik hakları ellerinden alınmış moto-kurye köleliği, kiracılık köleliği vb. hususlar mekanizmayı tamamlayan unsurlardır.

Marks, Kapital’de zaman içerisinde üretimde geri kalan Hollanda’nın içeriyi sömürerek İngiltere’ye verdiği borçların İngiliz zenginliğinin kaynaklarından birisi olduğunu tespit eder. Sistem aynıdır, ABD’de de “doğum belgesi olmaksızın ortaya çıkan bazı sermayeler, İngiltere’de daha dün sermayeye dönüştürülmüş olan çocuk kanıdır” nihayetinde.

Bugün pek çok bakımdan ilkel birikimin modern araçlarla tahkim edilmiş bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Devletlerin borçları şişmekte, gümrükler yükselmekte, silâhlanma çığırından çıkmakta, vergiler artırılmakta, toplum bastırılmaktadır.

Savaş kaybedilmediği sürece, çark döner; Johan De Witt görevini sürdürür. Halk yoksullaştırılır, hareket edemez hâle getirilir, vergiler toplanır, İngiltere’ye borç paralar verilir, sözde barış sağlanmaya çalışılır, tüccarlar ve soylular memnun edilir. 1672 yılına gelindiğinde İngiltere ve Fransa’ya karşı kaybedilen savaşların ortasında, başka kliklerin de etkisiyle orta ve alt sınıflar ayaklanır, Witt kardeşiyle birlikte linç edilir, ciğeri pişirilip yenir.

Onur Şahinkaya

28 Ekim 2025

Resim: Jan de Baen’ın 1672’de Witt kardeşlerin uğradığı akıbeti gösteren tablosu.

Dipnotlar:

[1] Karl Marx, Kapital, I. Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, Yordam Kitap, s. 694-695.

[2] Johan De Witt, The True Interest and Political Maxims of the Republic of Holland, John Campbell, Londra, Baskı yılı: 1746, s. 97 vd.

[3] Johan De Witt, a.g.e., s. 86.