Loading...

İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Azınlık Cemaatleriyle İlişkileri


1908 Jön Türk Devrimi’ni tetikleyen olayın, bilinenin aksine eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle bir ilgisi yoktu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni tahrik eden vaka, İngiltere Kralı ile Rus Çarının Haziran 1908’de, Reval Limanı’nda buluşması oldu. Nitekim, bu buluşmanın ardından Makedonya’nın kopuşu başladı. Balkanlar’daki İttihatçı subaylar Sultan II. Abdülhamit’e karşı ayaklandılar ve onu otuz yıl önce feshettiği Anayasa’yı yeniden tesis etmeye zorladılar. Devleti yıkmak değil, korumak arzusu İttihatçı subayları harekete geçirmişti. Onlara göre imparatorluğun zayıflığının iki nedeni vardı: Tebaa halkların birlik beraberlikten yoksun oluşu ile devletin kurumlarının azgelişmiş ve ademimerkeziyetçi karakteri. İttihatçıların, öngördüğü birliği sağlamak üzere temel formülü Anayasa ve Meclis’i yeniden tesis etmek ve böylece imparatorluğun farklı unsurlarına devletin bekasını sağlayacak buluşma zemini sağlamaktı.

Makedonya Sorunu Nedir ve Jön Türk Faaliyetine Etkileri

Makedonya üç Osmanlı vilâyetini (Kosova, Selanik, Manastır) kapsayan ve birçok uluslardan insanın oturduğu bir bölgedir. Bu bölgenin büyük bir parçası 1878 Ayastefanos Antlaşması’yla Bulgarlara verilmiş fakat Berlin Antlaşması’yla yeniden Osmanlı Devleti’ne iade edilmişti. Bulgarlar bu bölgenin kendilerine verilmiş olduğunu unutmayarak, 1897’den itibaren bölgede yoğun terör eylemlerine giriştiler. Gerçi üç vilâyetin nüfusunda 1,5 milyon ile Türk ve Arnavut Müslümanlar başta geliyordu ama Hıristiyan Avrupa’nın genel eğilimi, Müslümanların demokratik haklarını tanıma yönünde değildi. 900 bin nüfusla Bulgarlar, Hıristiyanlar arasında başta geliyor, peşlerinden 300 bin nüfusla Rumlar, Sırplar ve Ulahlar (yüzer bin) takip ediyordu. Bu unsurlar bölgede karışık oturuyordu. Avrupalıların kafasında buranın er geç Osmanlı hâkimiyetinden çıkacağı düşüncesi olsa da bölgenin kime ait olacağı sorun olduğundan kurulu düzen sürüp gidiyordu. Bu arada Bulgarlar ve diğerleri terör faaliyetleri, propaganda vb. yollarla kendi haklarını Avrupalılara duyurmaya çalışıyorlardı. Osmanlılar ise Makedonya’da kendi egemenliğini sürdürebilmek için asayişi sağlayabildiği görüntüsü vermeye çalışıyordu.

1902’de Bulgarların bir ay kadar süren ayaklanmasından sonra, Avrupa kamuoyunun dikkati yeterince çekilmiş olduğundan, Berlin Antlaşması’nın öngördüğü, Avrupa denetiminde ıslahat gündeme girdi. Rusya, Avusturya ve İngiltere’nin hazırladığı ıslahat programına göre, bölgeye iki yabancı müfettiş atandı. Bölge jandarmasının başına yabancı bir general getirildi. Yabancı subaylar jandarmada görevlendirildi. Ayrıca üç vilâyet bütçesinin Osmanlı Bankası’nca denetlenmesi öngörüldü. Dış müdahalelerin bu düzeye varması ve Balkan milletlerinin tek tek bağımsızlıklarını kazanması “Bu devlet nasıl kurtarılabilir?” kaygılarıyla davranan Jön Türkleri kamçıladı.

II. Meşrutiyetin İlânı

Temmuz 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm dinî cemaatler meşrutiyetin yeniden ilânını coşkuyla karşıladılar. Başlangıçtaki sevincin nedeni herhangi bir rejimin eskisinden daha iyi olacağına inanmalarıydı. Meşrutiyet rejimi konusundaki bu ilk coşkudan sonra, Rum ve Ermeni cemaati önderlerindeki coşku yok oldu. Yahudi cemaati ise yeni rejimi aktif olarak desteklemeye devam etti.

Rumlar arasında, Yunan Krallığı’nı Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişletmek isteyenler ile imparatorluğu Helenleştirmek umudu taşıyanlar vardı. Birinciler Atina’nın Türklere karşı düşmanca ve saldırgan bir tutum almasını istiyorlardı. Diğerleri ise Atina ile İstanbul arasında, imparatorluğun varlığını koruyacak bir ittifak öneriyorlardı. Aksi takdirde imparatorluk büyük devletler arasında bölüşülecek ve Helenizm davası kaybedilmiş olacaktı. Atina’nın Osmanlı Rumları üzerinde etkisi çok büyüktü ve bunlar duygusal ve siyasal yönden kendilerini İstanbul’dan ziyade Atina ile özdeşleştiriyorlardı. Yeni rejim ile ilişkilerinde başlıca kaygıları, cemaatlerinin geleneksel ayrıcalıklarını korumak ve böylece fiilî özerklik durumlarını sürdürmekti. Osmanlı Rum cemaatinin türdeş nitelikte olması, kendi içinde milliyetçiliğin sınıf bilincine ağır basmasına yol açıyordu. Ortodoks Kilisesi’nin etkisi, cemaatin tümü üzerinde çok büyüktü.

Ermeni cemaati, Rum cemaati kadar türdeş değildi ve bu durum, meşrutiyet rejimine karşı tutumuna da yansıyordu. Siyasî bakımdan, İstanbul’daki tüccar cemaatin çıkarlarını ve kendi geleneksel ayrıcalıklarını savunan Patrikhane ile aydınların, Anadolu’daki zanaatkâr ve tacirlerin, çiftçilerin çıkarlarını temsil eden sosyalist Taşnaklar kendi arasında bölünmüş durumdaydı. 1907 senesinde Cenevre’deki Taşnaksutyun Cemiyeti, İttihat ve Terakki cemiyetine ortak bir kongre toplama önerisinde bulundu. 27 Aralık 1907 günü kongre; Sabahattinciler, İttihat ve Terakki, Taşnaksutyun delegelerinin iştirakiyle toplandı. Çıkarılan bildirgede, amaca ulaşıncaya kadar ihtilâl yolunda ısrar edileceği duyuruluyordu. Abdülhamit’i tahtan indirmek, “idarei hazıranın” esasından değiştirilmesi ve parlamenter düzenin kurulması hedefleniyordu. Ayrıca dâhili örgütleri bulunan fırkalar arasında, eşgüdümü sağlamak üzere daimî bir komite kuruldu. İttihat ve Terakki, Nisan 1909’da bazı doğu vilâyetlerinde Türkler-Ermeniler-Kürtler arasındaki toprak anlaşmazlıklarını adilane çözmek için bir heyet göndermeyi teklif etseler de bu vilâyetlerden gelen ve statükonun devamında çıkarı olan toprak ağası muhalefet milletvekilleri heyetin gidişini engellediler. 1909 karşı devriminin bir parçası olan Adana katliamı, İttihat ve Terakki ile Ermeni cemaati arasındaki sınırlı iyi niyeti dağıtsa da İttihat Terakki ve Taşnaklar arasındaki seçim işbirliği 1912 yılına kadar devam etti. Rumların aksine, Ermenilerin bir devletleri yoktu. Ancak aydınlar arasında giderek yaygınlaşan milliyetçilik duygusu, özerklik ve nihai olarak da devlet kurma yönünde güçlü bir arzu yaratıyordu.

Osmanlı Yahudi cemaati esas olarak Sefarad idi ve ayrı bir kader peşinde koşmayacak kadar Osmanlı ile bütünleşmiş görünüyorlardı. Bu durum, tarihsel etkenlerin bir sonucuydu. Osmanlı 19. yüzyılda yarı sömürgeye dönüşürken Yahudiler, bu durumdan çıkar sağlayan Rum ve Ermenilerin aksine, söz konusu sürecin sonuçlarından Türklerle birlikte zarar gördüler. Bu nedenle İttihat ve Terakki ile kendilerini özdeşleştirenler sadece Yahudiler oldu. Çünkü Osmanlıların ayağa kalkmasında onların da çıkarı vardı.

Rum ve Ermeni liderler, kısa zaman sonra İttihatçıların emellerinin kendi geleneksel ayrıcalıkları ve uzun vadeli çıkarlarıyla uyum içinde olmadığının bilincine vardılar. Bu iki cemaat ile İttihatçılar arasındaki güvensizlik ve çatışma havası yaratan bu bilinçti. Uzlaşmazlığın temeli ne etnik ne de dinsel temelliydi. Uzlaşmazlığın kökleri, İttihatçıların Osmanlı toplumunu dönüştürme plânlarının, ırkı ya da dini ne olursa olsun tüm ayrıcalıklı sınıfların ve cemaatlerin durumunu sarsarak ve küçük burjuvaziyi işlerin başına geçirmeyi amaçlayarak yarattığı sınıf çatışmasında yatıyordu. İttihatçıların başlıca amacı, Osmanlı Devleti’nin yeniden tam egemenliğini kazanmasıydı. Tam egemenlik olmadan imparatorluk, büyük devletlerin hegemonyası altında bir yarı sömürge olarak kalmaya mahkûmdu. İttihatçılara göre Tanzimat reformları ve Anayasa ile hukukî eşitlik sağlanmıştı. Ancak yabancı himayesi ve cemaat ayrıcalıkları fiilî bir eşitsizlik yaratmaktaydı ve yasaların uygulanarak bu durumun değiştirilmesi gerekiyordu. Böylece Osmanlıcılık idealine varılacaktı. Eşitlik sorunu, azınlıklar açısından hem psikolojik hem de sosyo-ekonomik boyutlar taşıyordu. Onlardan diğer yurttaşlarla aynı hak ve görevleri paylaşan birer Osmanlı olmaları isteniyordu. Anlaşılması kolay nedenlerle azınlıklar bu politikaya karşı çıktılar.

Karşı devrime kadar İttihatçılar, Osmanlı idealine uzun bir süre azınlıklarla görüşmeler yoluyla varmaya çalıştılar. Bu yöntemin iflas etmesi, onları Meclis yoluyla bu hedefe ulaşmaya yöneltti. Bu yüzden Haziran 1909’da azınlıkların siyasî ve kültürel özerkliğini kısıtlamaya ve bu faaliyetlerin, örneğin, eğitimin denetimini devlete vermeye yönelik yasa önerileri getirmeye başladılar. Böylece devlet daha sonra okullarda ortak bir Osmanlı kültürü yaratmaya girişebilecekti.

1912 Balkan Savaşları’ndaki yenilgi ve arkasından gelen barbarlık Osmanlı Müslümanlarını, özellikle İTC ve taraftarlarını sertleştirdi. İttihatçıların büyük çoğunluğu Balkanlıydı ve vatan kaybının acısını en çok onlar duyuyordu. Eski yurtları el değiştirir ve yeni bir millî kimlik kazanırken yüz binlerce Türk ve Müslüman, Balkanlar’dan Anadolu’ya kaçtı.  Yoksul ve bezgin hâldeki mülteciler kendi toprakları saydıkları Anadolu’ya vardıklarında, hem İstanbul hem de Ege kıyıları boyunca varlıklı Hıristiyan topluluklara, özellikle Rumlara rastlayınca kızgınlıkları daha çok arttı. Umutsuz, öfkeli ve kalabalık bir insan topluluğunun akışı, imparatorluk siyasetine tehlikeli bir Hıristiyan düşmanlığı zerk etti. Balkan Savaşları Türk unsurunun imparatorluk içinde giderek tecrit olmasına bir tepki olarak Türk milliyetçiliği bilincinin yaygınlaşmasına neden oldu. İttihatçılar göçmen sorununa bir çözümün, Rumları ve Bulgarları Anadolu ve Trakya’dan göç etmeye zorlayarak fiilî bir nüfus mübadelesi olabileceğini düşünüyorlardı. Onlara göre bu süreci başlatan Balkan devletleriydi. Ancak yabancı müdahalesinden korktukları için bu hiçbir zaman resmî politika hâline gelmedi. 1914 yazında Atina ve İstanbul nüfus mübadelesi konusunda görüşmeler yapmaya hazırmış gibi görünüyordu ama araya savaş girdi ve bu proje 1923’e kadar ertelenmiş oldu.

İttihatçıların Balkan Savaşları’ndan çıkardıkları ders, nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan bu toprakların elden çıktığıydı. Elde Anadolu ve Arap toprakları kalmıştı. Arap toprakları da tehlike arz ediyordu. Düvel-i Muazzama’nın bu topraklar üzerinde emelleri vardı. Anadolu muhtemelen son kale olacaktı. Fakat onu dahi elde tutmak mümkün olabilecek miydi?

Ahmet Hulusi Kırım

5 Mayıs 2025

Yararlanılan Kaynaklar:

Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki, çev. Nuran Yavuz, Kaynak Yayınları, 1986.

Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, çev. Fatmagül Berktay, Kaynak Yayınları, 1986.

Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Kitabevi, 2017.

İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Kronik Kitap, 2019.

Michael Reynolds, İmparatorlukların Çöküşü, çev. Yücel Aşıkoğlu, İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.