Jimmy Carter 2024 yılı biterken, 29 Aralık’ta öldü. Ciddi katkılarda bulunduğu emperyalist plânlamaların bir kısım neticesini görecek biçimde, 100 yaşına kadar hayatta kaldı. Emperyalizmin salt ekonomik bir sistem olmadığını, ideolojik temelleri olan inanç sistemini de içerdiğini gösterir gibi, sonunda “gönül rahatlığıyla” dünyadan elini çektiği fikrini uyandırıyor yapıp ettikleri. 1977-1981 yılları arasında, ABD’de başkanlık yapmıştı.
Başkanlığı süresince İsrail’in ve dolaysıyla Orta Doğu’daki emperyalist varlığın güvenliğini sağlamak açısından ilk büyük diplomatik zafere imza attı. Eylül 1978’de Camp David’de Mısır ve İsrail’i normalleştirdi. Hamas’ın Ekim 2023’te karşı hamle başlattığı İbrahim Anlaşmaları’nın ilk adımıydı. Filistin’in, Gazze ve Batı Şeria’ya sıkıştırılması, ABD’nin askerî ve diplomatik sahalarda İsrail’e tam destek sunmak üzere dünya kamuoyu karşısında meşru bir gerekçe bulması, BM Güvenlik Konseyi’nde –bu anlaşma karşılığında– İsrail’e karşı oy kullanmama geleneğinin adının konması açılarından Camp David bir statüko kurmaktaydı. Antlaşma, Batı tarafından üç Nobel ödülü ile kutsandı. 1978’de Menahem Begin ve Enver Sedat, 2002’de Jimmy Carter ödülü aldı.
Kısa süre sonra, bölgemizde İngiliz/ABD hâkimiyetine çomak sokan bir kırılma yaşandı. 1979 başında İran İslam Devrimi meydana geldi, aynı yılın sonunda Sovyetler Afganistan’a girdi. İran’ın Batı ittifakından kopması hem bölgedeki antiemperyalist tehlikeyi artırıyor hem Sovyetler’e güç veriyor hem de doğuya giden kanalları tıkıyordu. Buna karşın, ABD Ulusal Güvenlik Sekreteri Brzezinski’nin kaleme aldığı Carter Doktrini kabul edildi; Basra Körfezi’ne “yabancı bir gücün” müdahalesi hâlinde savaş çıkarılacağı ilân edildi. Zira Hindistan o devirde Bağlantısızlar içerisindeydi, İran CENTO düzeninden çekilince Pakistan sıkışıp kalmış, Bangladeş de tehlikeye girmişti. Orta Doğu’daki hâkimiyetin önemi artmıştı. Brzezinski, ciddi bir öngörü dâhilinde, Yemen’den (Pakistan üzerinden) Bangladeş’e uzanan tehlikeli bir gidişat konusunda Carter’ı ikna etmişti. Doğu’nun, Orta Doğu petrol kaynaklarının ve ticaret yollarının anahtarını kaptırma ihtimali doğmuştu. Carter, doktrininin gerekçesini ABD Kongresi’ne şöyle açıklıyordu:
“Şu an itibariyle Afganistan’daki Sovyet birlikleri tarafından tehdit edilen bölge büyük bir stratejik öneme sahiptir: Dünyanın ihracata uygun petrolünün üçte ikisinden fazlasını barındırmaktadır. Sovyetler’in Afganistan’a hâkim olma çabası, Sovyet askerî güçlerini Hint Okyanusu’nun 300 mil yakınına ve dünya petrolünün çoğunun geçtiği bir su yolu olan Hürmüz Boğazı’nın yakınına getirdi. Dolayısıyla Sovyetler Birliği şu anda Orta Doğu petrolünün serbest dolaşımına ciddi bir tehdit oluşturan stratejik bir konumu sağlamlaştırmaya teşebbüs etmektedir.”[1]
Carter Doktrini çerçevesinde birkaç yıl sonra ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’na (CENTCOM) dönüşecek olan bölgesel ordunun temelleri atıldı. Basra Körfezi’nde deniz kuvvetleri konuşlandırıldı. Doktrinin ilânını İran-Irak Savaşı takip etti. Bu savaşı 1990’da Birinci Körfez Savaşı takip etti; boşluk verilmedi. Bölgenin gücü emildi. İkinci Körfez Savaşı ve sonrasında Arap Baharı gibi askerî müdahaleler ile CENTCOM bölgede kök saldı. En son, geçtiğimiz günlerde Kobani’de yeni bir üs kurduğu haberleri yayıldı. CENTCOM, kendisini âdeta bir “Doğu sömürge idaresi” olarak deklare ediyor:
“CENTCOM’un sorumluluk alanı 4 milyon mil kareyi aşan 21 ülkeden oluşmakta ve dünyanın en istikrarsız ve tartışmalı bölgesinde üç uluslararası stratejik kilit noktası içermektedir… Bu bölgede çok sayıda lehçeye sahip yaklaşık 18 dil konuşan ve çeşitli dinlere mensup 22 etnik gruptan 550 milyondan fazla insan yaşamaktadır.”[2]
Carter Doktrini elbette bir anda icat edilmemişti. İngiltere’nin eski Körfez politikasından ve Truman’ın Sovyetler’i çevreleme plânlarından kaynağını alıyordu. Kolektif emperyalist çerçeve dâhilinde, güncel ihtiyaçlara göre ayarlanmış strateji ve taktikleri içeriyordu. Neticede bugün bölge halklarının ve emekçilerinin sıkıntısını çekmekte olduğu düzenin temelleri Carter döneminde atılmış oluyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Irak’ın sömürge idaresinde yer alan Sir Arnold Wilson meseleyi şöyle özetler:
“Körfez’deki baskın etkimizi sürdürme gerekliliği uzun zamandır İngiliz-Hint politikasının bir düsturu olmuştur. Lord Lansdowne [Eski Hindistan Valisi, 1900-1906 yılları arasında Dışişleri Bakanı] 5 Mayıs 1903’te, Lordlar Kamarası’nda ‘Fars Körfezi’nde herhangi bir başka güç tarafından bir deniz üssü ya da müstahkem bir liman kurulmasını İngiliz çıkarları için çok ciddi bir tehdit olarak görmemiz gerektiğini ve elimizdeki tüm imkanlarla buna kesinlikle karşı koymamız gerektiğini’ ilân etti. Bu politika Lord Lansdowne’un halefi Sir Edward Grey tarafından 1907 yılında yeniden teyit edilmiştir. Bu politika bugüne kadar değişmeden gelmiştir.”[3]
Lansdowne’un İngiliz Lordlar Kamarası’nda 1903’te sarf ettiği cümleleri nerede ise birebir Carter’ın 1980’deki Kongre konuşmasına alınmıştır:
“Herhangi bir dış gücün Basra Körfezi bölgesinin kontrolünü ele geçirme girişimi, Amerika Birleşik Devletleri’nin hayatî çıkarlarına yönelik bir saldırı olarak kabul edilecek ve böyle bir saldırı, askerî güç de dâhil olmak üzere gerekli her türlü yolla geri püskürtülecektir.”[1]
İngiliz hâkimiyetinden ABD’nin Demokrat Carter politikalarına, onu sürdüren Cumhuriyetçi Regan ve diğerlerine kadar kolektif emperyalizmin nihai hedefleri; Doğu’da sömürü kanallarını açık tutmak, komünizmi önlemek ve Batı’yı hâkim kılmaktır. Bugün Suriye’de olan da budur.
Carter öldü, emperyalizm yaşıyor. Emperyalizmin Camp David ile 1978’de attığı hızlı adımlara 1979’da, hem de Sovyetler’in son ve zayıf yıllarında çelme takılmıştı. Doğu’da gayrimeşru Batı varlığı, 50 yıldır bu çelmenin etkisini gidermeye çalışıyor. Neticede Doğu’daki Batı varlığı gayrimeşrudur, sömürgecilik esaslıdır, yabancıdır ve aslında temelden zayıftır. Doğu’da sömürge düzeni askerî güçle ayakta durmaktadır.
Deniz Kuzey
30 Aralık 2024
Görsel: CENTCOM sorumluluk sahası resmî haritası.
Dipnotlar:
[1] Başkan Carter’ın Kongre Konuşması, 23 Ocak 1980, State.
[2] Sorumluluk Sahamız, USARCENT.
[3] Sir Arnold Wilson, The Persian Gulf [Fars Körfezi], Oxford, 1928, Önsöz, s. 9-10.