Loading...

“Kafiye Çağı”nda Tarihten Bir Sayfa: Kırım Savaşı


Bu yazı, paraya tenezzül etmeyen, çok sevdiği halkının ve ülkesinin sömürgeleştirilmesine dertlenen, derdiyle hâllenen namuslu insan Nihat Genç’e ithaf olunur.

“Modern toplum sizi mutlu edebilir.

Neşe başka bir şeydir.”

[Nihat Genç]

 

Tarih tekerrür etmez ama kafiyelenir.[1] İkinci Emperyalist Savaş sonrası kurulan düzen sarsılır ve çatlakları arasından yeni düzenin doğum sancıları hissedilirken, içinde bulunduğumuz dönem 19.yy sonu ve 20.yy başını hatırlatan unsurlar içeriyor.

İngiltere, sistemin tökezlememesi ve açığa çıkan fay hatlarının büyük kırılmalara sebebiyet vermemesi için, Brexit sonrasında aktif olarak sahaya dönüyor. Emperyalist mirası, diplomasi ve istihbarat tecrübesi, teknolojik imkânları ve finansal sermayesinin gücü, İngiltere’nin, sistemi yıkılmaktan korumak amacıyla koordinatörlük rolünü almasını koşulluyor. İkinci Emperyalist Savaşı sonrasında imparatorluğunu kaybeden ve henüz kendine tatmin edici yeni bir rol bulamayan İngiltere, ABD’nin hegemonyası altında kapitalist sistemin devamlılığı ve Sovyetler’e karşı verilen mücadele için görevler almıştı. O dönemde İngiliz diplomatlar arasında dolaşan şu dörtlük hem İngiltere’nin ABD’nin öne çıktığı yeni hegemonyaya nasıl baktığını ve “İngiliz kibrini” hem de İngiltere’nin tecrübe birikiminin Soğuk Savaş stratejilerinin belirlenmesinde ne kadar önemli olduğunu gösterir:

Lord Halifax Washington’da

Fısıldadı Lord Keynes’in kulağına:

‘hakikat, onlar sahip para çantalarına

fakat biziz sahip olan bütün akla.’[2]

İngiltere’nin Türkiye politikasını şekillendiren temel güdü siyasî değil, coğrafî etkenler oluyor; tıpkı 19.yy’ın “Büyük Oyun”unda Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerinde olduğu gibi. Büyük güç rekabetinin öne çıktığı koşullarda jeopolitik teoriler tekrar güncel hâle geliyor; MacKinder’ın kara, Spykman’ın deniz teorileri güncel ilişkilerde sınanıyor. Elbette günümüzde küresel sermayenin etki gücü ve sermaye fraksiyonları arası rekabet derecesi 19.yy ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Zaten tarihin tekerrür etmeyip “kafiyelenmesi” de buna karşılık gelmektedir; koşullar ve aktörler birebir aynı değildir ama geçmişteki olaylar bugünü anlamak için çeşitli izlekler sunmaktadır.

1939’da ittifak antlaşması imzalanan İngiltere için, Soğuk Savaş koşullarında Türkiye’nin esas rolü Doğu Akdeniz-Orta Doğu eksenindedir. Daha geniş sınırlara sahip olan ve daha çeşitli jeopolitik hamlelere imkân veren Osmanlı Devleti’nin İngiltere için rolü, esas olarak Rusya’nın Doğu Akdeniz ve Hindistan’a inmesini engellemek olsa da Balkanlar ve Kafkasya’ya uzanan sınırlar, Kırım ve Karadeniz’in kuzeyine uzanan etki sahası İngiltere’nin esas jeostratejisini destekleyecek unsurlardır. Sovyetler’in dağıldığı ve 1945 sonrası kurulan düzenin sarsıldığı bir dönemde Türkiye’den beklentiler de artmıştır. Bu, Yalçın Küçük’ün 1992’de sözünü ettiği “ikinci sınıf emperyalizm” programı ile uyumludur. Bu program, 2016’dan itibaren artan bir şekilde İngiltere ile birlikte yürümektedir. “Pasifist” ya da “aktivist” bir program hâline gelişi geleceğin konusudur.

Tarihsel izlek açısından Kırım Savaşı (1853-1856), “tarihin kafiyelenmesi” bakımından önemli veriler sunar. İngiltere’nin “Rusofob” politikası, 19.yy ortasında olduğu gibi, bugün de güncel olan politikasıdır. Arktik, Baltık, Doğu Avrupa-Balkanlar, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Kafkasya bu politikanın görünür olduğu sahadır. Geçmişte, bilhassa 1783 (Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı) öncesinde “Rusofil” politikalar izlediği de olmuştur. Moskova Kumpanyası’nın kuruluşu, yüksek ticaret düzeyi ve Elizabeth’in IV. İvan ile iyi ilişkileri örnektir. 1783’te Kırım’ın ilhakı ve Karadeniz’de değişen güç dengesi bağlamında İngiltere’nin önceliği Osmanlı toprak bütünlüğünün Rusya karşısında mümkün olduğunca korunması olurken, bu süreç Türklerin yarı-sömürgeleşme süreci ile birlikte yürür: “Tampon devlet rolü”nün ve “denge politikası”nın başlangıcı. Bu dönem, ünlü İngiliz diplomat Lord Stratford Canning’in İstanbul’da “meslekî kariyerini” ilerlettiği yıllardır. Canning’in de Osmanlı Devleti’ne duyduğu asıl ilgi, Hindistan yolunun İngiltere çıkarları açısından güven altına alınması amacına dayanır. Canning, Osmanlı topraklarını hem Rusya’ya hem de Fransa’nın Akdeniz’de artan etkinliğine karşı bir bariyer olarak tutma görevini yürütür.[3] Yunan İsyanı, Rusya ve İngiltere’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarının belirgin bir şekilde çatışmaya başladığı momenttir. İngiltere, Yunanistan’ı Rusya himayesinde bırakmamak için gerektiğinde parçalanmayı destekleyecek ve Avrupa dengelerinin “müsaade” ettiği ölçüde Rusya’yı Türklerin üzerine “salacaktır.” Stratford Canning’in görevi, aslında İngiltere’nin bölgeye ilişkin genel stratejisini ve “Rusofob/Türkofil” tutumunun sınırlarını gösterir: Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında “stratejik dengeyi” gözetmek.

Kırım Savaşı’na giden yolda Doğu Akdeniz’deki rekabet ve Boğazlardaki denge önemlidir. Filistin’de, Kudüs’te Katolikler ve Ortodokslar üzerinden Fransa ve Rusya’nın güç mücadelesi yaşanır. İngiltere için ise önemli olan Doğu Akdeniz’de Fransa ve Rusya arası güç dengesinin bozulmamasıdır. Rusya, İngiltere’ye iş birliği önerir; Romanya (Eflak-Boğdan), Moldova (Besarabya), Sırbistan ve Bulgaristan’da kendi himayesinin, Mısır ve Girit’te ise İngiliz himayesinin kurulmasını teklif eder. İngiltere o dönem bu plânı reddedecek ancak 93 Harbi sonrası benzer bir paylaşım yapılacaktır. İngiltere ve Fransa yine de Balkanlar’ı tümüyle Rusya’ya bırakmayacak, buralarda hep bir Batı etkisini korumaya çalışacaktır. Nitekim Romanya ve Bulgaristan bugün NATO üyesidir ve Batı yanlısı iktidarların etkisi altındadır.

Rusya ve Osmanlılar arasında ilk çatışmalar Romanya-Moldova çevresinde başlar; Bulgaristan ve Sırbistan’a yayılma eğilimi gösterir. Savaşı genel bir Avrupa savaşına dönüştüren olay ise Rus donanmasının Sinop’ta Osmanlı donanmasına saldırısıdır. Bu saldırı ile Rusya, Karadeniz’deki güç dengesini iyice kendi lehine çevirmeye çalışır. Sinop’ta Osmanlı donanmasına destek vermeyen İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Boğazların tehdit altına girmesi üzerine savaşa aktif olarak katılma kararı alırlar. Karadeniz’de güç dengesinin bozulması Batılı güçleri Rusya’yı sınırlandırmak için bölgeye çeker. İngiltere hükûmeti Rusya’yı parçalamak için plân hazırlar; bu plâna göre Finlandiya İsveç’e verilecek, Baltık Prusya’ya bırakılacak, Polonya bağımsız olacak, Romanya-Moldova, Kırım ve Gürcistan Rusya’dan koparılacaktır. Bu bölgeler bugün de Rusya’nın kuşatılmasında anılan bölgelerdir. Sivastopol’e yönelik saldırı ile Batılı güçler aktif olarak savaşmaya başlar. Tuna havzasındaki Osmanlı orduları, Prut nehrini geçip Moldova’ya yürümek için toplanır; amaç Rusya’nın Kırım’a bu bölgeden yapacağı takviyeyi engellemektir. Daha sonra bu kuvvetler Bulgaristan’dan Kırım’a nakledilecektir. Bu sevkiyat ağı, Moldova ve Bulgaristan’ın Rusya karşıtı koalisyondaki tarihî önemini gösterir. Sivastopol Batılı güçler tarafından işgal edildiği sırada, Kafkas cephesinde de Kars, Rus kuşatması altındadır.[4]

Rus-İngiliz rekabetinin Hindistan’dan Kafkasya’ya, Tebriz-Trabzon ticaret yoluna uzanması, Marx’a göre Kırım Savaşı’nın önemli bir sebebidir. Kafkasya’da Rusya’nın etkinliğinin azaltılması, yankılarını Karadeniz ve Balkanlarda göstermektedir. Geçmişte böyle olmuştur; bugün de buna benzer sonuç vermesi şaşırtıcı olmamalıdır. Almanya’nın Kiev büyükelçisini, İngiltere’nin ise Gürcistan asıllı bir ismi dış istihbarat servislerinin başına getirmeleri, Karadeniz’in kuzeyinde ve Kafkasya’da Rusya karşıtı hamlelerin artacağının göstergeleridir. Ukrayna’nın, Rus Karadeniz donanmasına ve Donetsk’e saldırıları, Ermenistan’da Paşinyan’a karşı tertiplenen “Rus yanlısı” darbe teşebbüsleri ve bunların bastırılması, Azerbaycan ve Rusya arasında yaşanan son gerilim bunun ilk işaretleridir. Ermenistan’ın “Barış Kavşağı” ya da Zengezur Koridoru projelerinden birinin gerçekleşmesi, tarihî Tebriz-Trabzon yoluna benzer etki yapabilir. Baltık-Karadeniz ve Orta Asya-Kafkasya enerji ve ticaret hatları bir kez daha Karadeniz’de çelişkileri yoğunlaştırmaktadır. Gerilimin arttığı bir başka bölge Balkanlar ve Transdinyester havzasıdır. Sırbistan ve Moldova’nın konumu oldukça önemlidir ve İngiltere orijinli olası hamlelere gebedir. Tablonun bir diğer parçası ise Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz’dir. Türkiye’nin İsrail ile yaşadığı gerilim esasen enerji yollarının güzergâhı ile ilgili olup, Türkiye’nin bu bölgede avantaj kazanması için verilecek destek karşılığında, Karadeniz çevresinde Rusya ile karşı karşıya getirilmesi ihtimal dâhilindedir.

Kırım Savaşı esasen bir Avrupa savaşıdır. Yalçın Küçük, modern çağın erken bir dünya savaşı oluşundan bahseder. Baltık-Karadeniz hattı ve Kafkasya ile ilişkisi nedeniyle bugünkü Britanya stratejilerine benzerdir. Savaş sonrasında yapılan Paris Barış Antlaşması (1856), Karadeniz’deki ve Balkanlardaki Rus etkisini sınırlasa da Kırım Savaşı ile bozulan Avrupa Uyumu’nun yerine kalıcı bir denge oturtamaz. 1815’te Viyana’da oluşturulan restorasyon ittifakı 1848 devrimleri ile sarsılır, Kırım Savaşı ile tamamen sona erer. Bu geçici barış hâli, Almanya’nın güçlenmesi ile bozulur; İngiltere, Gladstone döneminde Rusofob politikasını revize ederek Türkofob politika ile değiştirir; Rusya ve Fransa ile anlaşma yoluna gider. Yirmi yıl içerisinde 93 Harbi’ne giden yol açılır; Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yönelik politika İngiltere liderliğinde devreye girer. Rusya’nın Balkanlar ve Kafkasya’da etkisini artırmasına fırsat verilirken, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ve Mısır’a İngiltere tarafından el konulur. Tanzimat bürokrasisinin Kırım Savaşı’ndaki “başarısını” tekrar etmek isteyen Midhat Paşa, aynı uluslararası ortamı 1876’da bulamaz. Dünya siyasetinde dengeler değişmiştir. Artık, Birinci Dünya Savaşı’na giden yol açıktır.

Türkiye’nin yarı sömürgeleşme ve Batı kapitalizmine daha sıkı zincirlerle bağlanma sürecinde Kırım Savaşı kritik bir dönemeçtir. İlk dış borç 1854 yılında, savaşın başlangıcında İngiltere’den alınır. Süreç İngiltere’ye, Fransa’ya ve sonrasında Almanya’ya verilen demiryolu, maden imtiyazları ile devam eder. Savaşın bir başka önemli özelliği de Osmanlı askerlerinin çok az ve düzensiz ücret almalarıdır. Askerler, İngiliz ve Fransız askerlerinden yiyecek dilenmek zorunda kalırlar. Savaş lojistiğinin yeterli olmaması nedeniyle Balaklava muharebesinde Ruslar karşısında geri çekilirler. İngiliz ve Fransız subaylarının hakaretleri ile karşılaşırlar. Osmanlı ordularının komutanı Ömer Paşa, İngiliz ve Fransız güçlerinin en iyi Osmanlı kuvvetlerini gereksiz yere Kırım’da tutmalarından ve Kars kuşatmasını hiç önemsememelerinden yakınır.[4] Türkiye’nin Batı’ya bağlanma süreci ve yarı sömürgeleşmesi askerî stratejilere de yansır. Marx da New York Tribune gazetesine yazdığı yazılarda İngiliz ve Fransız askerlerinin yerli halk ile gerilimler yaşadığını, Türkler arasında Batılı müttefiklerine karşı kuşku ve güvensizliğin yaygınlaştığını anlatır. Türkofil bir pozisyon alan Marx, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ni parçalayacağı öngörüsünde de bulunur.

Batı’ya verilen tavizler ve Islahat Fermanı sonrasında; Kırım’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Endonezya ve Hint alt kıtasında “Türk Halife Sultanı” imajı ortaya çıkar.[5] Geleneksel millet sistemi bozulmaktadır; Batı tarafından istenen reformlar, Batı acentesi gayrimüslim burjuvazinin çıkarlarıyla örtüşür. Şiddetlenen yarı-sömürgeleşme ve artan anti-Rus etkinlik imajı iç içedir. Bu imaj gelecekte, özellikle Abdülhamid iktidarında daha çok görünür olacak, “revizyonist” Almanya’nın Doğu Politikası ile kendisine dünya dengeleri içinde kanal bulacak, 1908 sonrasında da İttihatçıların anti-İngiliz ve anti-Rus maksimalist Pantürkist-Panislamist siyasetlerine zemin oluşturacaktır. Bolşevik Devrimi ve NEP sonrasında ise Londra-Ankara-Moskova arası kurulan yeni dengede maksimalist siyaset tasfiye edilecektir. Bugün yeni bir maksimalist siyasete ABD-Britanya-Rusya-Çin çelişkileri ve dengelerinde ne kadar, nereye kadar fırsat verileceği ve bu karşılıklı dengelerin sonucunda Türkiye’nin nasıl evrileceği önümüzdeki sürecin, bölge ve dünya açısından en önemli belirleyicilerinden biridir.

Umut Doğan

4 Temmuz 2025

Resim: Boğaz’da demirlemiş İngiliz savaş gemileri; Amedeo Preziosi, Kırım Savaşı’nın Başlangıcı, 1854.

Dipnotlar:

[1] Taşansu Türker, Cumhuriyet’in Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası / Kafiye Çağı, Kronik Kitap, 1. Baskı, Ağustos 2023.

[2] Abdussamed Geçer, Türk-İngiliz Siyasi İlişkileri / CENTO, Kıbrıs ve Eksen Genişlemesi (1964-1969), Timaş Akademi, 1. Baskı, Haziran 2025.

[3] Steven Richmond, Şark’ta İngiltere’nin Sesi / Stratford Canning ve Osmanlı İmparatorluğu ile Diplomasi, çev. Zeynep Gül Özgüven, Runik Kitap, 1. Baskı, Eylül 2022.

[4] Hüner Tuncer, Kırım / Savaş ve Diplomasi (1853-1856), Tarihçi Kitabevi, 1. Baskı, Eylül 2015.

[5] İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Kronik Kitap, 1. Baskı, Ağustos 2024.