Loading...

NEP ve Suphilerin Katli


İngiliz-Sovyet anlaşması, Lenin’in onuncu parti kongresinde Yeni Ekonomik Politika’nın (NEP) temeli olan, tarım ürünleri üzerine konacak ayni vergi önerisini getirmesinden tam bir hafta sonra imzalandı. NEP gibi bu anlaşmaya da farklı bakış açılarından ya istikrar kazanma ya da geri çekilme süreci içinde atılmış bir adım gözüyle bakılabilirdi. Bir yıl sonra IKKI’nın [Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi –en.] aldığı bir kararda, NEP “proleter devletini uluslararası ilişkiler zincirine dâhil etme görevine bulunan çözümün ifadesi” olarak savunulmuştur. Bu sözleri, 16 Mart 1921 tarihli İngiliz-Sovyet ticaret anlaşmasının amacını tarif etmek için kullanmak daha uygun düşerdi. İngiliz-Sovyet ticaret anlaşması, Çiçerin’in tabiriyle, “Sovyet dış politikasında bir dönüm noktası”ydı, NEP’in ülke politikasında bir dönüm noktası olmasıyla aynı şekilde ve aynı nedenlerle.

* * *

Sovyet Hükûmeti’nin doğu politikalarında da tam tamına aynı anda aynı sonuca ulaşıldı. Batıda olduğu gibi doğuda da, 1920 sonbaharı dünya devriminin Sovyet dış politikasının itici gücü, Komintern’in de bu devrimin başlıca aracı olarak çok öne çıktığı dönemlerdi ve bunun ardından belli bir tepki geldi. Moskova’nın, ulusal ve sosyalist devrim süreçleri yoluyla, doğunun ezilen kitlelerinin kurtarıcısı olduğu fikrinden vazgeçilmedi. Ama bu fikir, Moskova’nın, insanlığın devrimci özlemlerinin savunucusu ve kaynağı olarak kalmakla birlikte, bu arada kapitalist dünyanın büyük devletleri arasındaki yerini almak zorunda olan bir hükûmetin merkezi olduğu fikrinin yanında ikincilleşmeye başladı. Bakû kongresinde bu yaklaşan değişimin semptomları görülmemiş değildi ve 1920-21 kışında devrim ihtimallerinin zayıflamasıyla birlikte bu değişim güç kazandı. Ülke meselelerinde Yeni Ekonomi Politikası’na, Avrupa meselelerinde ise İngiliz-Sovyet ticaret antlaşmasına yol açmış olan etkenler neredeyse aynı sıralarda doğu ülkeleriyle –26 Şubat 1921’de İran’la, 28 Şubat’ta Afganistan’la ve 16 Mart’ta Türkiye’yle– yapılan bir dizi anlaşmayla zirveye çıktı. Moskova ile dış dünya arasındaki ilişkilerin ağırlıkla bir hükûmet temeline oturtulması sürecinin daha ileri bir aşamasıydı bu.

* * *

Ethem hareketinin bastırılmasının hemen ardından Türk komünistlerine karşı çok sert adımlar atıldı. Suphi Erzurum’da meçhul görevliler tarafından yakalandı ve önde gelen başka on altı komünist ile birlikte Trabzon açıklarında öldürülerek denize atıldı –Türklerin geleneksel gizli infaz yöntemi. Başlarına ne geldiği anlaşılana kadar bir süre geçti. Çiçerin’in Kemalist hükûmetten bu şahısları sorduğu ve bir deniz kazasına kurban gitmiş olabilecekleri cevabını aldığı söylenir. Ama bu talihsiz olayın Kemal ile Moskova arasında gittikçe gelişen muhabbetin temelinde yatan daha kapsamlı kaygıları etkilemesine izin verilmedi. İlk kez (ama son kez değil) olarak, hükûmetlerin Sovyet Hükûmeti’nin iyi niyetini (eğer bunu başka zeminlerde kazanmışlarsa tabiî) kaybetmeden kendi ülkelerindeki komünist partilerine karşı şiddet uygulayabilecekleri kanıtlanmış oldu.

18 Şubat 1921’de Sovyet-Türk anlaşmasının müzakerelerine katılacak Türk heyeti Moskova’ya geldi. Bu tarihten sonra olaylar hızla gelişti. En sonunda anlaşmaya ulaşılmadan önce, topraklar ile ilgili en önemli ihtilaf konusu –yani üç Transkafkasya cumhuriyetinin sonuncusu– üzerinde uzlaşmak şarttı. İki taraf da taleplerini elde etmek için harekete geçti. 21 Şubat 1921’de Kızıl Ordu ve onun himayesindeki Gürcü Bolşevikler sınırı geçip Gürcistan’a girdiler ve dört gün sonra Gürcü Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni ilân ettiler. Türkiye Artvin ve Ardahan illerinin Gürcistan’dan ayrılıp kendisine bağlanmasını talep eden bir ültimatomla cevap verdi –Moskova’nın uymaya hazır olduğu bir talepti bu. 28 Şubat 1921’de Türk birlikleri Batum limanını işgal ettiler– bu da Sovyet Hükûmeti’nin şiddetle karşı çıktığı örtük bir talepti. Gelgelelim, bu olayların hiçbirinin Moskova’daki müzakerelerin uyumunu bozmasına izin verilmedi ve 16 Mart 1921’de –Londra’da İngiliz-Sovyet ticarî antlaşmasının imzalandığı gün– Sovyet-Türk anlaşması imzalandı. “Emperyalizme karşı verilen mücadelede” iki ülke arasındaki dayanışmaya anlaşmanın önsözünde yapılan vurgunun yanı sıra, özel bir maddede de vakur bir edayla “doğu halklarının ulusal kurtuluş hareketi ile Rus işçilerinin yeni bir toplum düzeni kurma mücadelesi arasındaki karşılıklı yakınlık” öne çıkarılıyordu. Anlaşma Rusya’nın Türkiye’deki kapitülasyonları “herhangi bir ülkenin özgür ulusal gelişmesi ya da egemenlik haklarının tam anlamıyla gerçekleşmesiyle bağdaşmaz” olduğu gerekçisiyle reddettiğini tekrarlıyordu. Sınırlar ile ilgili maddeler arasında Batum limanının yeni doğan Gürcü Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne devredilmesi de vardı. “Boğazlar’ın açılmasını ve bütün ülkelerin Boğazlar üzerinden serbestçe ticaret yapabilmesini” garanti altına almak için –ancak bu Türkiye’nin tam egemenliğine ya da “Türkiye ile başkenti İstanbul’un güvenliğine” halel getirmeden yapılacaktı– Karadeniz Devletleri’nin katılacağı bir konferansla uluslararası bir yasa oluşturulacaktı. Rusya üç Transkafkasya cumhuriyetinin Türkiye ile, söz konusu ülkelerin bu anlaşmadan doğan yükümlülüklerini kayıt altına almak için gereken anlaşmaları imzalamaları için gerekli düzenlemeleri yapma taahhüdünü veriyordu –böylece Türkiye Rusya’nın bu devletler üzerindeki vesayet veya himayesini üstü kapalı olarak tanımış oluyordu. Türkiye için, anlaşma İngiltere’ye karşı sürdürdüğü mücadelede Sovyet Rusya’dan maddî ve manevî destek almak anlamına; Sovyet Rusya için, Ortadoğu’nun büyük anti-emperyalist devleti olma konumunu bir kez daha öne çıkartma anlamına; her ikisi için de, başkalarının işlerine burunlarını sokan yabancıların Transkafkasya’dan ve Karadeniz kıyılarından atılması anlamına geliyordu. Bu avantajlar, her iki taraf içinde Türk komünistlere gösterilen muamele hakkındaki görüş farklılıklarından çok daha ağır basıyordu. Türk komünist dergisi Yeni Dünya yine Bakû’den çıkmaya başladı. Narkomnats’ın dergisi Bakû’den gelen bir mektupta bulunan, Trabzon’daki olayla ilgili kapsamlı bir açıklamayı ancak 1921 Mayıs’ında bastı. Birkaç ay sonra Türk Hükûmeti, Moskova’ya “hapisteki bütün Türk komünistleri salıvermeye ve Türk komünisti Mustafa Suphi’yi öldürmekten suçlu olanları adalete teslim etmeye” karar verdiğini bildirdi.

1921 Mart’ında Moskova tarafından gerçekleştirilen cephe değişikliği, Sovyet dış politikasının bundan böyle yürütüleceği iklimi etkiledi, bu politikanın özünü değil. Bu değişiklik, ülke içinde, sosyalizm ve komünizm hedefinin dış ilişkilerde de dünya devriminin terkedilmesi anlamına gelmiyordu. Ama bu amaçlara ulaşmada belli bir ertelemenin ve bu arada Sovyet Rusya’nın ekonomik ve diplomatik gücünün uygulanabilir bütün yollarla (söz konusu yollar görünüşte sosyalizme ve dünya devrimine giden dolaysız yola göre bir gerileme olsa bile) artırmanın şart olduğunun kabullenilmesi anlamına geliyordu. Yeni dış politika, Lenin’in NEP için kullandığı kelimelerle, “cidden ve uzun bir süre için” benimsenmişti. 1921’den sonra Sovyet dış politikasının karakterini değiştiren şey, her şeyden önce, o zamana kadar sadece kısa vadeli pratik manevralar olarak başvurulan yolların bu şekilde nispeten kalıcılaşmasıydı.

E. H. Carr

1953

[Kaynak: Edward Hallett Carr, Sovyet Rusya Tarihi Bolşevik Devrimi 1917-1923, 3. Cilt, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, 1. Baskı, 2004, İstanbul, s. 271-282.]

Fotoğraf: Türk-Sovyet Antlaşması imzaları atılırken, 16 Mart 1921, Moskova.