Yaklaşan Savaş - Bölgemizde Amerikan Çözümü
Papa 14. Leo’nun Türkiye ve Lübnan ziyaretinin üç ana aksı söz konusudur: 1) Yaklaşmakta olan genel savaş öncesinde Kolektif Batı’nın manevî toparlanmaya ihtiyacı vardır, 2) Savaşın başlaması hâlinde veya savaş tehdidi altında ABD’nin emperyalist tahakkümünü sürdürmesi için, günümüz koşullarında eski araçları yetersiz kalmaktadır, 3) Emperyalist tahakküm mücadelesinde ABD’nin, Türkiye’nin güneyinde İngiltere’ye set çekmesi; İsrail’i terbiye etmesi ve Türkiye’nin kuzeyinde ise Rusya’yı dengelemesi; dünya genelinde ise İngiltere-Çin ittifakını imkânsız kılması gerekmektedir. İç çatışmalarının da ötesinde Kolektif Batı’nın Doğu’da sarsılan hegemonyasının tamiri için yeni bir girişime ihtiyacı vardır.
İlk yazıda verdiğimiz tarihsel arka plân bilgisi dâhilinde, yukarıda sıralanan üç emperyalist ana hedef açısından Papa figürü üzerinden var olan imkânları ve gidişatı göstermeye çalışacağız. İznik Konsili’yle birlikte Hıristiyanlığın olabildiğince tekleşmesi, İstanbul’un da Hıristiyanlığın ve Doğu’daki Batı’nın başkenti olarak doğuşu üzerinden 2025 Kasım’ına bakılmalıdır, zira mesele hem teolojik hem tarihsel hem de jeopolitiktir.
Öncelikle şu husus önemle vurgulanmalıdır: Vatikan, yani Roma Kilisesi, iki bin yıldır varlığını sürdüren bir kurumdur ve muhtemeldir ki bu özelliğiyle insanlık tarihindeki en köklü kurumdur. İki bin yıl boyunca onlarca hanedan yükselmiş ve devrilmiş, devletler kurulup yıkılmış, nice altüst oluşlar gerçekleşmiş fakat Vatikan varlığını bir şekilde sürdürmüş, üstelik tüm bu olayların dışında değil, çoğu zaman içinde hatta tam da göbeğinde yer almıştır. Köklü sermaye birikimine ve bu altyapının ruhanî üstyapısını da büyük oranda tekelinde tutan Vatikan’ın dünyaya seslendiği yüzlerce yazılı ve görsel medya uzantısı vardır. 1.4 milyar insandan toplanan vergi ve bağışların dışında ortağı olduğu binlerce şirket, sahibi olduğu sayısız mülk, dolayısıyla tahmin edilemeyecek büyüklükte bir finansal güce sahiptir. Bu güç Vatikan Bankası üzerinden kontrol edilir; banka doğrudan Papa’nın denetimi altında olup, Kardinaller Heyeti’nin dahi bankadaki para miktarına dair bilgisi yoktur. Mal varlığının beyan edildiği bir belge olmadığı gibi, her on yılda bir kayıtları silinen, dolayısıyla hakkında finansal bir araştırma dahi yapılamayacak, muhtemelen başka bir örneği de bulunmayan bir kara deliktir… Buna büyük gizli arşivi ve iki bin yıllık siyasî birikim de eklendiğinde, hiç de öyle hafife alınacak bir dinî kurum olmadığı; attığı/atacağı adımları plânlayıp diğer büyük güçlerle koordine ve pazarlık eden bir yapılanma olduğu görülebilir.
Kurumsal yapısının altında yatan ekonomik gücü hakkında fikir vermesi bakımından Vatikan Devleti ve dünya Katolik yapılanmasının maddî çapı, salt açık kaynakları baz alsak dahi; Danimarka, İsrail gibi ülkelerin GSYH’leri veya Katar, Finlandiya gibi ülkelerin fonlarına yakın görünmektedir.[1] Finans sermayesinin yapısal kırılganlığının aksine, tam da sarsıntı dönemlerine uygun gayrimenkul ağırlıklı sağlam maddî alt yapısı, dünya genelinde yaygın kurumsal kadrolaşmasıyla birlikte düşünüldüğünde Vatikan, darmadağın hâldeki Batı’ya muazzam imkânlar sunmaktadır. Hıristiyanlığın kurulduğu İstanbul’da verilen birlik görüntüsü de Vatikan’ın geçmişten bugüne taşıdığı tarihsel imkânlara dâhildir. Bu konuya döneceğiz.
Kolektif Batı, uzun süredir demografik ve manevî krizlerden geçmekte, şatafatlı bir çöküş manzarası sergilemektedir. Doğu’daki hegemonyasının kırılganlaşmasının yanı sıra, iç bütünlüğünü muhafaza edip edemeyeceği de tartışmaya açılmıştır. Afrika, Güney Aysa ve Müslüman yoksul kitlelerin akın ettiği Avrupa kıtası, savaş ve iç savaş tehdidini iliklerine kadar hissetmektedir. Silâhlanma ve ordulaşma çabaları bariz bir hâl almıştır. Mevcut durumda tüm bu sıkıntılar, Avrupa’da ABD’ye boyun bükmüş iktidarlar altında kotarılmaya çalışılmaktadır; yeni sağ iktidarlar da ABD’nin yeni sağ iktidarının uzantısı gibi hareket etmektedirler. Bu güncel şartlar ve kesişimler, Vatikan’ın elindeki maddî ve manevî imkânlarla ABD güzergâhında, Kolektif Batı’nın bekası için hareketlenmesini koşullamıştır.
Batı’nın bu şartlara nasıl geldiğine biraz daha ışık tutmak için 1945 sonrasına kısaca göz atmak durumundayız. Vatikan’ın kapitalist şiddetle iç içe geçmiş tarihine ve dünya politikasına olan etkisine dair çokça kaynak mevcuttur fakat biz bu yazının kapsamını aşmamak için şunları not düşelim: II. Paylaşım Savaşı’nın ardından Vatikan ile perde gerisinde daima iletişim hâlinde olan Naziler, kurmuş oldukları Vatikan Yardım Hattı aracılığıyla Vatikan’a bağlı Fransisken ve Cizvit papazların gözetimindeki manastırlarda saklanmış, konuyla ilgili uzmanlığıyla bilinen Sicilya Mafyası üyeleri tarafından hazırlanan sahte evraklarla Napoli Limanı’ndan kalkan gemilerle “İtalyan işçisi” görünümüyle Arjantin başta olmak üzere Güney Amerika ülkelerine kaçırılmışlardır. 1950 yılına kadar Nazi Partisi’ne mensup 2500 kişi kaçırılmış, bunların beyin takımına mensup olanları ise CIA’nın çelik çekirdeğine dâhil olmuştur. Vatikan sayesinde toplamda 300 bin Nazi’nin yargılanmasına mani olunmuştur.[2] Özellikle o günlerden itibaren Vatikan, ABD politikasına uygun biçimde, onunla eşgüdüm hâlinde hareket etmektedir. Son seçimde “Amerikalı” Papa 14. Leo’nun seçilmesi, gelinen tarihsel aşamada ihtiyaç duyulan hızlı ve doğrudan müdahalenin koordinasyonu için gereklilik hâlini almıştır.
Pandemi döneminde cesur davranma ve kitleleri kazanma imkânını ıskalayan Vatikan, 2025’te pandemiden çıkardığı dersle hareket etmektedir; zira pandemi operasyonunun pek çok açıdan fire vermesi Vatikan’ı cesaretlendirmiştir. Söylemi giderek tarihsel köklerine uygun, insan oğlunun tabiî var oluşuna karşıt olamayan bir noktaya geri gelmektedir. Protestanlık ve Evanjelizmin dağınık ve Yahudileşmiş yapısı, “Batı’yı toparlamaya” müsait değildir. Dahası, modern Batı devlet teorisi Thomas Hobbes ve Carl Schmitt izleğinde teşhis edilebileceği üzere hâlâ Katolik temeller üzerinde durmaktadır.
Bu şartların yanı sıra, 2023 Ekim’inden bu yana Filistin direnişi dünya kamuoyunu yeniden örgütlemiştir. Katolikliğin tarihsel muarızı İsrail, Batı dünyası üzerindeki fikrî egemenliğini kaybetmiş, Vatikan’ın önü açılmıştır. Suriye’de Esad iktidarı gibi idare-i maslahatçı güçlerinin Aksa Tufanı sonrası yıkılması ve darbe alması, İngiltere’nin alan kazanması, bu süreçte Türkiye’de Ankara merkezli devlet güçlerinin İngiltere ile birlikte hareket etmesi, ABD’yi Ortadoğu’da ve Türkiye’de yeni hamlelere ve ittifaklara mecbur etmiştir.
Geçtiğimiz eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti esnasında “yanlışlıkla” kamuoyuna duyurulan iki hadise vardı. İlki NTV muhabirinin ABD’den “babayı aldık” sözleri, ikincisiyse Türkiye’nin tamamen yerli üretimi olduğu propagandası yapılan askerî uçaklarında aslında ABD’ye bağımlı oluşunun Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından açıklanmasıydı. Estirilen bu hava, Türkiye kamuoyuna “ABD ile girilecek yeni sürece mecbur olunduğunu” kabul ettirmek amacını da gütmektedir. Zira Türkiye’de, uzunca bir süredir ABD bloğu karşısında duran güçlerin siyasî söylemi baskınlık kazanmıştı; “yerli ve millî savunma sanayi” bu söylemin baş tacıdır. ABD’nin bölgemizdeki sömürge valisi Tom Barrack’ın açıklamasına göre Trump, Erdoğan’a meşruiyet verilmesi gerektiğini söylemiştir. Muhabirin ve Fidan’ın açıklamaları da o meşruiyetin kaynağına işaret ederken, bunun karşısında ise MHP’de temsil bulan İngiltere’nin bölgesel projeksiyonu yer almaktadır. Çin bu noktada İngiltere lehine tetikte beklemektedir.[3] ABD ise gerek Türkiye’de, gerek Türkiye’nin çevresinde, gerekse de İngiltere dâhilinde Çin-İngiltere emperyalist hattını bozmakla meşguldür.
Bu bakımdan Erdoğan’ın ABD ve sonrasında Papa’nın Türkiye ziyareti uyumludur. MHP’nin Papa ziyaretine karşı yükselttiği yüksek sesli itiraz ise kendi ekseniyle uyumludur. Erdoğan ABD’de Heybeliada Ruhban Okulu’nun da açılacağını duyurmuştu. Papa da Türkiye’de Rum, Ermeni ve Süryani kiliseleri ile alışılmadık yakınlıklar göstermiştir. Bu yakınlık, Zengezur (Trump) Koridoru ve Ermenistan’ın Güney Kafkasya’da Rusya aleyhine eksen değiştirmesi; İstanbul Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna Kilisesi’ni Rusya’dan ayırmasıyla yakından ilgilidir. 12 günlük İran-İsrail Savaşı sırasında Paşinyan’ın İstanbul ziyaretinde Ermeni Patrikliği ile arasındaki gerilim su yüzüne çıkmıştır. Bu gibi çatlakların onarılması için de Papa’nın Ermenilere çok özel ihtimam gösterdiği ortadadır.[4]
Papa 14. Leo, 29 Mayıs 1453’te şehir düşerken Ayasofya’da gerçekleştirilen son büyük ayinden sonraki ilk kitlesel ayini yeni İstanbul’da, Volkswagen Arena’da 29 Kasım 2025’te gerçekleştirmiş; bu törende Rum Patriği önde yer almıştır. Yine Papa’nın İstanbul’da gerçekleştirdiği diğer törenlerde, diğer kiliselerin görevlileri ön saflarda, yana yana ayin yönetmişlerdir.
Tüm bu birlik faaliyetlerinin ideolojik zeminini, Hıristiyanlığın Batı adına, Batı’nın bekası için tekleştirilerek devlet dini hâline getirildiği İznik Konsili’nin 1700. yılı sağlamıştır. Hıristiyan dünyanın 2025’te önemsediği bir diğer tarihsel örtüşme, tüm mezheplerin Paskalya’sının bu sene 20 Nisan’a denk gelerek İznik toplantısının amaçladığı gibi tekleşmesidir. Geçtiğimiz yazıda değindiğimiz üzere, Paskalya erken dönemde Hıristiyanlık ile Yahudiliğin ayrım çizgisini kalınlaştıran bir işaret olmuştu.
Papa’nın Türkiye’den ayrılarak Lübnan’a geçmesini takiben, Lübnan kökenli ABD sömürge valisi Tom Barrack’ın açıklamaları sürecin tamamlayıcılarından olmuştur. Barrack, tam da Papa’nın İstanbul faaliyetlerine paralel olarak Hazar-Ortadoğu jeopolitik hattından bahis açmış; İsrail ve Türkiye’de kendilerine yakınlaşan Erdoğan’ı makul bir ABD zemininde ortaklaştıracaklarını ifade etmiştir. Beklenen İran savaşı, Hazar-Ortadoğu hattı üzerinde durmaktadır. Kolektif Batı bu savaşa iç birliğini sağlamadan yönelemez.
Lübnan, Ortadoğu’da ciddi sayılarda Katolik nüfus barındıran tek ülkedir; Papa’nın faaliyetlerine karşılık bulacağı uygun bir zemindir. Diğer taraftan, 2024’te Esad’ın iktidardan düşürülmesi harekâtı, Lübnan güneyinde Hizbullah’la varılan ateşkesin imzalandığı gün başlamıştır; hâlihazırda Hizbullah’la nihai anlaşmaya varılmamıştır. Papa, Lübnanlı Hıristiyanlara ve Hizbullah’a ABD adına güvence vermek üzere Lübnan’a geçmiştir; Ortadoğu’da ABD önderliğinde yeni düzenin manevî zeminini tesis etmek için çabalamaktadır. İran’a açılacak muhtemel sefer için Lübnan cephesinde Hizbullah’ın pasivize edilmesi de hedeflenmektedir.[5] Bu aşamada Hizbullah, ağır yaralar aldığı savaş sonrasında toparlanma diplomasisi yürütür gözükmektedir; emperyalist plânlara uyum sağlamayacağını gösteren bir işaret yoktur; mazlumlar zemininde var oluş koşullarına aykırıdır.
Suriye-Filistin-Lübnan hattının jeostratejik ve tarihî tamamlayıcısı Kıbrıs’tır. Sömürge Valisi’nin Papa ziyareti üzerine yaptığı açıklamalarda bir diğer vurgusu, apse diye tabir ettiği Kıbrıs üzerine olmuştur. Kıbrıs’ta İngiltere’nin tarihsel varlığı yerine, ABD öncülüğünde Türk-Rum uzlaşması temelinde kotarılmak istenilen muhtemel çözümün ilk adımı, İstanbul’daki Papa-Patrikhane diyaloğu olarak görülmelidir.
Doğu’da girdiği her savaştan yenik çıkmış, hegemonyası sarsılmış; İsrail’den yaka silken, Rusya’yı dengelemek isteyen, Çin-İngiltere hattını baltalamak zorunda olan, Türkiye’yi kaptırmak istemeyen, dev borç batağına girmiş, borcunu azaltmak için parasını ucuzlatmak ancak parasının uluslararası kullanımdan kalkmamasını da sağlamak zorunda olan, bunu ancak savaşla veya savaş şantajıyla gerçekleştirebilecek olan ABD, Vatikan’dan medet ummaktadır.
Kapitalizm, sıkıştığı noktada, vaktiyle mallarını yağmaladığı kadim yapılara müracaat etmekten çekinmeyen bir sistemdir. Kapitalizmin çok sıkıştığı; işçi sınıfının ve ezilen halkların güçlü örgüt ve devletlerden yoksun olduğu bir devri idrak ediyoruz.
Kapitalizm kadim güçlere yüzünü dönerek krizini aşmaya çalışmaktadır; bunun karşısında işçi sınıfının da imkânları mevcuttur. Batıcı modernist aklın göz bağlarından kurtulmak, kaynağı Doğu’da ve Anadolu’da olan direniş ve devrim olanaklarını görmeyi mümkün kılacaktır. Başka çalışmalarda bu mesele derinleştirilecektir.
–yazı dizisi sonu–
Kolektif
5 Aralık 2025
Fotoğraf: Wolksvagen Arena Ayini’nden bir kare.
Dipnotlar:
[1] Vatikan’ın bilinen gelir kaynakları arasında 5.000’in üzerinde olduğu düşünülen gayrimenkuller önem taşımaktadır. “Kutsal Makam’ın Arsasının İdaresi (APSA) yaklaşık 2,9 milyar dolar varlığı kontrol ediyor.” [John Allen, Jr., “Debunking the Myth of Vast Vatican Wealth”, 26 Eylül 2024, Wordonfire.]; “APSA makes 45.9 million euros in profit in 2023”, 29 Temmuz 2024, Vatican News.
[2] Paul L. Williams’ın Vatikan Sırları adlı kitabı iyi bir kaynaktır.
[3] İngiltere içerisindeki Çin karşıtı kliğin başlattığı “Çin’e karşı casusluk davası” hamlesi, geçtiğimiz ekim ayında savcılığın kararıyla boşa düşürülmüştür. Londra’da inşasına başlanması beklenen Avrupa’daki en büyük (20 bin metrekarelik) Çin elçilik kompleksi iç gerilimi yansıtan başka bir güncel tartışma konusudur. Özetle, ABD’nin İngiltere üzerindeki baskısını yansıtan ikili tutumlar söz konusudur. Son olarak İngiltere Başbakanı Keir Starmer, eski hükûmeti Çin’le yeterince yakınlaşmamakla suçlarken, bir yandan da Çin’i eleştirmek durumunda kalmıştır. Bkz. “Starmer’ın ‘iki taraflı’ Çin politikası: Londra kendi çıkarlarına zarar veriyor”, 2 Aralık 2025, CGTN Türk.
[4] Burada Vatikan-TC ilişkilerinin nasıl geliştiğine değinmekte yarar var: 1935 yılında görev yaptığı Sofya’dan Apostolik Temsilci olarak İstanbul’a gönderilmiş olan Piskopos Angelo Roncalli, dilini çok iyi konuştuğu Türkiye’de on yıl kadar kalmıştır. Kurtuluş’taki Vatikan Temsilciliği’nde her dış bürokrasi elemanı gibi bir yandan da istihbarat memuru olarak bulunan Roncalli’nin en yakın dostlarından biri, o esnada İsmet İnönü ile mücadele içerisinde olan Celâl Bayar’dı. Demokrat Parti’nin iktidarı almasıyla birlikte cumhurbaşkanı olan Bayar, Roncalli’nin isteği üzerine Vatikan’ın Türkiye’de büyükelçilik açması için gereken emri vermiştir. Bayar’ın dostu 1953’te Venedik Patrikliği’ne atanır ve Kardinal rütbesini alır. 1958’de ise beklenmedik bir şekilde Papa seçilir. Bayar Vatikan’a giderek Papa’yı makamında kutlayan ilk Türk ve Müslüman devlet başkanı olur. İki yıl sonra o Papa, 27 Mayıs harekâtıyla Yassıada’ya gönderilen ve idama mahkûm edilen Bayar’ı ipten kurtarmıştır. Papa adına Ankara’ya giden Kardinalin darbecileri sert bir şekilde uyarması, tüm Katolik âlemini karşılarına alacaklarını söylemesi, Bayar için verilen kararın idamdan birkaç saat öncesinde bozulmasını sağlayacaktır. Bu diplomatik sürecin neticesinde Türkiye, 27 Mayıs sonrasında Vatikan’ı resmen tanıyacaktır. Bayar’ın dostu Papa olduktan sonra yaptığı ilk iş, ilki 90 yıl öncesinde yapılan İkinci Vatikan Konsili’ni toplamak oldu. Papa 1963’te ölmüş olsa da, 1965 yılında onun girişimiyle toplanan Konsil tamamlanmıştı. Orada alınan kararlar doğrultusunda “Dışa Açılma” stratejisi iki yönde uygulanacaktı: İlki Hıristiyanlığın diğer mezheplerini yönlendirmek amacıyla “Ekümenizm”, ikincisiyse ilkine bağlı olarak öncelikle Müslüman ülkeleri hedefleyen “Evanjelizm”di (Bush’un Irak işgali için “Haçlı Seferi” demesinin nedeni budur). “Hoşgörü” ve “Dinler Arası Diyalog” gibi formülasyonlar işte bu Konsil’de alınan kararlardan geliyordu. TC adına Vatikan’a ikinci kez gitme şerefi ise 2018 yılında Recep Tayyip Erdoğan’a nasip oldu. Bugünden bakıldığında, 2025 yılının ön hazırlığı gibi görünmektedir.
[5] İznik Konsili, Roma’nın uzun İran barışına son veren adımın başlangıç noktasında durur. Bundan önce 3. yy’da İran seferi başarısız olmuş İmparator Valerianus esir düşmüş, aşağılanmış, derisi yüzülerek öldürülmüştü. Bu hadiseyi anlatan tarihi kaya kabartması mevcuttur; yakın zamanda İran’da bu kaya kabartmasıdan yola çıkılarak yapılan büyük bir heykelin açılışı yapılmıştır.