Loading...

Tekno-Feodalizm mi, Yeni Kölelik mi? (II)


İkinci Sorun

Tekno-feodalizm teorisinin, beş adımda teşhis ettiğimiz sakatlıklarının ikinci sırasına devletin görünmez kılınması ve iradî rolünün perdelenmesini yerleştirdik. Varoufakis’in merkez kavramlarının başında “bulut” geliyor. Esas işlevi, maddî gerçeği muğlâklaştırmak olan bu kavram, teoride devleti yutmayı kolaylaştırıyor.

1990’larda giderek gelişen ve kamusal kullanıma giren internet, yeni bir fenomen olduğundan, alt yapısı ve işleyişi bilinmediğinden “bulut” olarak tahayyül ediliyordu. Bu tahayyül kendiliğinden gelişmemişti. Bulut metaforu, 80’lerde interneti geliştiren akademi ve mühendislik çevrelerinin jargonunda yer almaya başlamış, operatörlerce yönetilen karmaşık ağları ifade etmek için tercih edilmişti. Yani tekil kullanıcının denetiminden uzakta ve karmaşık bir yapıyı tasvir ediyordu. Dikkat edilecek olursa, başka teknik olan bu kavramın kaynağı internetin sahipleridir; kavram nesnel değildir. Bu teknik kavram, internet açısından bir geçiş evresi olan 90’larda merkezsiz, demokratik, umut vadeden ve muğlâk bir ağ hayalini kurdurmaya yaradı. Bilişim ve iletişim teknolojilerine duyulan hayranlık ve iyimserlik havası “bulutu” uçurdu.

90’ların ikinci yarısında cloud computing (bulut bilişim) tabiri oturmaya başlamıştı. 2003’e gelindiğinde Amazon, bulut bilişim teknolojisi üzerinden ticareti gündemine almıştı. 2006’da Amazon EC2 (Elastic Compute Cloud - Esnek Hesaplama Bulutu) ile bu alanda ticareti başlattı. Bu tarihte “bulut”un maddesi geniş kamuoyu nezdinde hâlâ muğlâktı. 2010’lara gelindiğinde dünya genelindeki iletişim alt yapısının haritaları yavaş yavaş ortaya çıkmaya, gizlenemez bir hâl almaya başladı. Varoufakis’in kitabını bastığı 2023 yılına gelindiğinde, aslında internet mânâsına gelen ve “bulut” denen şeyin; okyanusları dolanan, uçları devletlerin egemenlik sahalarındaki belli binalara çıkan, geçiş güzergâhlarında donanmaların devriye attığı kablo ağları ve depolama aygıtları olduğu her yönüyle ortaya çıkmıştı.

1648’de resmîleşen Vestfalya düzeninden bu yana kapitalizmin modern gelişimi; devlet sınırlarının belirginleşmesi, okyanusların giderek artan kullanımı, karaların ve denizlerin daha net biçimde devletler arası kontrol sahalarına dönüşmesi ve jeo-politikanın artan önemiyle iç içe olmuştur. 16.yy’ın devlet operasyonları üzerine bina olunan 17. ve 18.yy, modern işçi sınıfının ve adım adım sanayinin, uluslararası sömürü ve köle emeğinin yoğun kullanımı eşliğinde inşa edildiği zamanlardır. Çağımız bu inişli çıkışlı sürecin ürünüdür.  O zamandan bu zamana devletlerin operasyon gücü ve işçi sınıfının direniş/devrim deneyimleri karşılıklı olarak gelişmektedir. Çartizm, sosyalizm ve anti-kolonyal mücadele, karşıtını bu çağlardan bulup çıkarmıştır.

Toplumsal mücadele sahasını, sermayenin ve devletin kahredici operasyonlarından, işçi sınıfının sınıf diktatörlüğüne götüren mücadelelerinden azade kılmak için “bulut” vb. muğlâklıklara sığınmak zorunlu olmaktadır. Adını koyalım, bir sahtekârlık söz konusudur. Oligarşi görünmez kılınmaktadır. Kapitalizmin tarihinde devletin reddedilemez inşacı faaliyetini de ustaca ters yüz ediyor Varoufakis; önce ortak toprakların yağmasına atıf yapıyor, sonra internetin yağmalanması gibi saçma sapan bir noktaya vardırıyor lafı:

“Önce ortak arazilerin yağmalanması, ki bu ancak kaba devlet şiddetiyle mümkün olmuştu, ve ancak ondan sonra Watt’ın o muhteşem teknolojik atılımı… Bulut sermayesinin doğuşuna çarpıcı biçimde benzer bir sıra yol açtı: önce internet ortak alanlarının destansı talanı, ki bu politikacılar tarafından mümkün kılındı, ve ardından Sergey Brin’in arama motorundan günümüzün göz kamaştırıcı yapay zekâ uygulamaları dizisine uzanan bir dizi olağanüstü teknolojik buluş. Kısacası, son iki buçuk yüzyılda insanlık, hiçbirinin makinelerin duyarlılık kazanmasını gerektirmediği iki tekillikle yüzleşmek zorunda kaldı. Aksine, her biri bir ortak alanın kapsamlı bir şekilde yağmalanmasını, suç ortağı bir siyasal sınıfı ve ancak ondan sonra harikulade bir teknolojik atılımı gerektiriyordu. Asıl Sermaye Çağı böyle ortaya çıktı. Ve Bulut Sermaye Çağı da işte şimdi böyle doğuyor. Bunun nasıl gerçekleştiğinin tüm hikâyesini anlatmak, bulut sermayenin benzeri görülmemiş güçlerini nasıl kazandığını açıklamaya yardımcı olacak.”

Kapital’de öz biçimde açıklandığı üzere, emek ve toprak, tüm üretim biçimlerinden önce var olan iki değerdir; verilidir; sömürü biçimlerine göre onlardan faydalanarak yolları değişir. İnternet ise basbayağı teknolojidir, kablodur, server’dır; devletlerin kontrolündeki mühendislerce geliştirilmiştir. Toprak yağması ile interneti özdeşleştirmek için iktisat profesörü olmak gerekmektedir.

Peki Varoufakis teorisinde devlet sorununu nasıl hallediyor? Devleti derebeylerinden bir güçlü bey pozisyonuna indiriyor. Bu pozisyona inen devletlerin toplumlara karşı giriştiği türlü yeni operasyonların merkezî yapısı görünmez kılınıyor. Örneğin, merkez bankalarının yüksek miktarda para basması, önce doğru biçimde enflasyonla ilişkilendiriliyor ancak buradan hemen büyük teknoloji firmalarının bu parayı emmesine bağlanıyor mesele. Sanki merkez bankaları denen yapıların bağımsızlığı, özerk karar mekanizmaları mutlak ve dokunulmaz şeylermiş gibi düşünülüyor.  “Para basımı > enflasyon > pahalılık > servet aktarımı > mülksüzleştirme > şirketlerin azalan kâr oranlarının telafisi + devlet bütçe açıklarının kapatılması” mekanizmasının, devlet ve sermaye tarafından bilinçli olarak başvurulan bir metot olduğu yakın dönem deneyimleriyle sabittir. Pandemi dönemi en bariz örnek olmuştur. Basılan paranın belli şirketlere akıp belli şirketlere akmaması da mülksüzleştirme sürecinin parçasıdır. Hâlbuki Varoufakis, pandemide ortaya çıkan tabloyu, önceki para basma girişimlerinden ayrı, istenilen sonucu vermeyen, bulut sermayesini güçlendiren bir “hata” gibi gösteriyor.

“Bu eğilim Londra ile sınırlı kalmadı. Pandemi topluluklarımızı kasıp kavurmaya başladığında, Atlantik’in her iki yakasındaki, Japonya’daki ve diğer yerlerdeki yetkililer, 2008’de Amerikan Minotaur’un ölümünden bu yana yaptıklarının çok daha fazlasını yaparak yanıt verdiler: iş dünyasına yatırımı desteklemek, böylece istikrarlı işler yaratmak ve ekonominin çökmesini önlemek umuduyla para basıp finansörlere vermek. Ancak bu işe yaramadı. Sıradan işletmelerin borçlarını ödeyemeyeceğinden korkan finansörler, merkez bankasından aldıkları parayı sadece büyük işletmelere ödünç verdiler. Büyük işletmeler ise ya yatırım yapmayı reddettiler ya da sadece bulut sermayesine yatırım yaptılar… Pandemi ve devletin sağladığı para akışı, Bulut Sermayesi Çağı’nı başlattı… Bulut sermayenin devlet parasının sırtında yükselişinin hikâyesi bundan daha erken başlar; çünkü 2008 çöküşünün ardından, dünya merkez bankaları tarafından devlet parası kitleler hâlinde basılmaya başlanmış ve kâr üzerinde tuhaf ve genel beklentinin aksine bir etki göstermeye başlamıştı.”

Bir restorasyon imkânı, yeni ve cesur kararların alınmasına imkân veren kriz anları, kapitalizmin tarihinde görülmüş olan, küçük ve bir kısmı zombi sermayenin ortadan kaldırılması, büyüklerin beslenip hayatta tutulması için bir fırsat değil midir? Pandemide yaşanan, tam da para basımından beklenen şeydi. Ortada bir sapma yoktu. “iş dünyasına yatırımı desteklemek, böylece istikrarlı işler yaratmak ve ekonominin çökmesini önlemek umuduyla para” basılmamıştı.

Çin’in ve ABD’nin, blok zinciri teknolojisi temelinde parayı kontrolleri altına almaları da sürecin başka adımlarıdır. Para basmak, var olan parayı blok zincirine çekmek gibi adımlar, parayı değersizleştirip devlet borcunu azaltmakla; dolaşımdaki parayı ülke içinde ve dünya genelinde kontrol altına almakla alâkalıdır. Sürecin ucu devletler arası savaşa uzanacaktır.

İşin diğer yönü, büyük teknoloji firmalarına atfedilen sahte güçlerdir. Bu şirketlerinin bilançolarının giderek büyüdüğü, çok para kazandıkları vs. doğru. Kimisi bu sektörün temelinde yer alıyor, kimisi platform ekonomisi denen, veri işlenmesinin önemli olduğu sektörlere, Tesla gibi sonradan dâhil oldu. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta, bunların tümünün 1) devletlerin elinin altında olduğu, 2) devlet teşvikleriyle bilinçli olarak hızla şişirildikleri, 3) gerektiğinde devletlerce yutulup yeni sermaye alanlarına pay edilebilecekleridir.

Uzatmadan söylemeyelim, bu ihtimallerin realize olacağı ortam savaş koşullarıdır. Kamusal işleyiş veya klasik barış dönemi üretim döngüsünde, barış dönemi piyasa ihtiyaçları bağlamında hızla geliştirilemeyecek teknolojiler, misal Elon Musk aparatı vasıtasıyla geliştirilmiştir çünkü plânlayan, hazırlanan devletler ve onlarla birlikte çalışan sermaye klikleridir. Kapitalizm, operasyondur; Marks’ın tespit ettiği gibi zorun kendisi ekonomik bir güçtür. O zorun icra merkezi, failleri vardır. Bugün Musk etiketi altında, 2000’lerin ortalarından bu yana geliştirilen “özel sektör” malı teknolojiler, her ne hikmetse Ukrayna Savaşı’ndan tutun İsrail sahasına kadar görev almaktadır. Microsoft’un Siyonist bir savaş makinesi olduğu, “12 Gün Savaşı”nda, İran’ın silâhlı propaganda atışlarıyla tescillenmiştir.

ABD’de Pentagon kaynaklı dağıtılan fonlar, DARPA projeleri, NASA ihaleleri; Avrupa’da Birlik fonları, Çin’de kamu bankaları eliyle yürütülen büyük ölçekli ağ yatırımları gibi örnekler çoğaltılabilir.

Özetle, Varoufakis’in “tekno-feodalizm” adını vererek üzerini örttüğü aşama, aslında öncekiler gibi devlet eliyle sürdürülen bir kapitalist restorasyondur. Bu teoride “bulut” hâlâ muğlâktır ancak 90’ların ütopik tasarımından, distopik bir tasarıma evrilmiştir; o kadar. Zaten çözüm diye önerdiği şey de “müşterek bulutumuzu” inşa etmemizdir. Hâlbuki bulutumuzu, yani insanî etkinliklerin toplamından çekilip alınarak sabit sermayeye dönüştürülmüş olanı zorla zapt etmekten başka yol yoktur.

–devam edecek–

Deniz Kuzey

12 Kasım 2025

Görsel: Su altı kablo ağları haritasından bir kesit.