Loading...

Toplumsal Tarih Dergisi Şubat 2025 Sayısı Üzerine (III)


Yazının ikinci kısmı, çıkış noktası Şefik Hüsnü önderliğindeki Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nda (TİÇSF) kristalize olan sınıfsal, ideolojik, politik çizginin sürekliliğinin gösterilmesine ayrılmıştı. Bu çizgi, uluslararası –daha doğrusu devletlerarası– ilişkilerin bir alt dalı olarak “Türk-Sovyet ilişkileri” mekanizmasında, dişlilerden birisi olarak rol almış ancak rolü bu işlevle sınırlı kalmamış, günümüze kadar solun ana akımını da belirlemiştir. Bir önceki yazıda bu çizginin izini 1946’dan itibaren teşhis etmiş bulunuyoruz; devlet kayıtlarında var, parti deklarasyonlarında açığa çıkıyor; 70’lerde, 90’larda farklı cephelerden yazarlar tarafından fark edilip kayda geçirilmiş.

Yukarıda özetlediğimiz vaziyet, geriye doğru tarihsel bir kaydın sıhhatini de ortaya koyuyor. Bu bahsi açmakla, Toplumsal Tarih dergisinde etrafından itinayla dolanılan meseleye giriş yapmış bulunuyoruz. Suphiler 1921 başında katledilir. 1925 yılına gelindiğinde, aradan geçen dört yılda TKP’ye önderlik etme görevi olan Şefik Hüsnü, partiyi toparlamak için adım atmak bir yana, TİÇSF faaliyetini sürdürmektedir. 1921 yılı başı itibariyle, yaşanan sarsıntılı günlerden itibaren Suphi’ye bağlı kadrolar ile Şefik Hüsnü’de temsil edilen ve küçük burjuva zeminde kalmaya niyetli aydın kadrolar arasında belli bir açının mevcudiyetini gösteren izler var. Misal, TKP kadroları, alınan ağır kayıplar sonrası İstanbul ve Anadolu’da parti teşkilâtlarını yeniden düzenlemek, taban bulmak üzere zemin arayışındadır. Bu bağlamda tartışmalar yaşanır. TİÇSF örgütünün evrildiği mecra olarak gördükleri Aydınlık dergisi çevresini, içerisinde çalışılamayacak bir çevre olarak gören, ideolojik ve politik olarak yadsıyan görüşler savunulur. Aydınlık çevresinin Kemalistler ile irtibatı, buna paralel Enternasyonal’in komünistleri millî hareketlere yaklaştırmak istemesi, bu grubun aydın merkezli ve pasif bir hatta çalışmak istemesi, işçi sınıfıyla sıkı irtibat kurmayacağının görülmesi gibi nedenlerin beslediği çekinceler 1921’in ekim ayında, parti içi tartışmalarda yer bulan konulardandır. İstanbul’da, Aydınlık yerine işçi sınıfıyla iç içe olan İştirakçi Hilmi’nin Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) içerisinde hücreler kurularak çalışılması savunulmuştur. Esas mesele “Komintern kaydına girmek” ise bunlar da Komintern kayıtlarında yer almaktadır.[1]

1925 yılı başında Sovyetler Birliği’nden İstanbul’a dönen Mustafa Suphi’nin silâh arkadaşlarından Mustafa Börklüce ve Ali Rıza, Şefik Hüsnü’nün karşına çıkıp net bir ihtarda bulunurlar:

“Burjuva partisini ([Türkiye] İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası) kapatıp Kongre’yi toplayacak mıyız; yoksa biz, siz olmadan 2. Kongreyi toplayıp teşkilâtı düzenleyelim mi[?]”[2]

Bu kayıt, yayımlandığı 1976 yılından bu yana, başta Birikim dergisi ve TKP’nin illegal yayın organı Atılım’dan başlamak üzere, çeşitli hücumlara uğrar. 1976 yılı için ilginç görülebilecek bir tutum birliğidir. Biz bu nevi örtüşmeleri, geçen yazıda bahsettiğimiz üzere, ilk bakışta şaşırtıcı gelecek biçimde, yıllar sonra ÖDP bünyesindeki buluşmada da göreceğiz. Hücumların merkezinde, aktarımı yazıya döken İbrahim Topcuoğlu’nun “bilimsel yeterliliği” yer almaktadır; yer yer de Topçuoğlu’nun kayda geçtiği Akaretler Kongresi katılımcılarının bir kısmının aslında o toplantıda bulunmadığı gibi teknik konulara odaklanılmıştır. Kimse aktarılan siyasî olgu ve tespitlerin tarihsel sınanmasıyla ilgilenmemiştir. Toplumsal Tarih dergisinin Akaretler dosyasında yer alan yazısında Eden Akbulut da toplantı katılımcı isimlerindeki hatalardan yola çıkarak aktarımları itibarsız görür, hâlâ kaynak olarak gösterilmesine itiraz eder; içeriğe temas etmez (s. 33, dn.2). Ahmet Kuyaş ise dosya dâhilindeki yazısında, Börklüce’nin anlatımlarını kaynak olarak gösterir ancak o da içeriğe seçmece biçimde temas eder (s. 41). Hâlbuki “Akaretler Kongresi’nde İşçi Aydın Gerginliği” başlıklı bir yazı kaleme almıştır; irdelediği konuda Mustafa Börklüce, Kongre tartışmalarını anlatmaktadır. Bilinçli bir geri durma hâli olduğu açıktır. Buraya döneceğiz.

İbrahim Topcuoğlu’na cezaevinde birinci ağızdan aktarılan hadiseler, “tarihsel bir iddiadır” denebilir, eleştirilebilir, reddedilebilir ancak Toplumsal Tarih dergisinin Akaretler dosyasında bu dahi denmiyor; hiçbir şey denmiyor. Bunun yerine yazı dizisinin birinci kısmında gösterdiğimiz üzere, yıllar önceki Komintern kararları ile Akaretler Kongresi arasında zorlama bağlar kuruluyor. Hâlbuki Suphi’nin çalışma arkadaşlarının aktardığı siyasal tarih anlatısı temelde tutarlı ve muhkem bir yapıya sahiptir; olayların oluş sebepleri olarak gösterilen olgular tarihsel sınamadan sağlam çıkmışlardır. Yukarıda değindik. Kongre gününe ilişkin kısa bir örnek verelim; Mustafa Börklüce, Kongre gününe dair şunları aktarıyor:

“Eğer proleter davasını, bugüne kadar Türkiye’de yapıldığı gibi ciddiye almayacak ve hâlâ İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası maskesi kullanacaksak, şimdiden dağılıp gidelim… Hayatında ilk defa tenkit edilen Dr. Şefik Hüsnü, (Bilhassa en yakın ve en güvendiği arkadaşı Sadrettin Celâl tarafından) böyle acı şekilde tenkit edilirken renkten renge giriyordu. Ben de daha evvel, ya İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi ya T.K.P. diye dayattığımda da renkten renge girmişti. Ama o zaman yalnız Ali Rıza, Ben ve Kendisi 3 kişi idik. Şimdi ise 21 kişi ve Partinin en yetkili kimseleri karşısında bulunuyordu.”[3]

Burada tespit ve mahkûm edilen eğilimin, Türkiye sosyalist hareketinde 1946 yasal parti ve sendikalaşma hadiselerinde olduğu gibi su yüzüne çıktığını, Sovyetler Birliği’nde Şefik Hüsnü’nün 1919 ve 1946’daki partilerinin kısaltmalarının birbirinin yerine yazılacak kadar hüsnü kabul gördüğünü ve Türkiye sosyalist hareketindeki gelenek ve kadro farklarına takılmaksızın çeşitli çevrelerde yaşam bulduğunu geçen yazıda gördük.

Aradan geçen dört senenin hesabının Şefik Hüsnü’den sorulması kadar, aydınların parti içerişimdeki rolleri de Akaretler Kongresi’nde ciddi bir tartışma başlığıdır. Yine bir örnekle ilerleyelim, Kongre’deki ilk tartışma aydınlar üzerinedir:

“Delege hususunda teklif olup olmadığı sorulduğunda; Dr. Şefik Hüsnü, münevverandan kıymetli birkaç kişiyi de aramıza alma teklifinde bulunmak istiyorum dedi. Bunun üzerine, Salih Hacıoğlu söz alarak: ‘Dr. Şefik Hüsnü’ye Bakû Kongresinde verdiğimiz İcra Komitesi Sekreterliğini, Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra kullanmasını ve Türkiye’deki Grupları bir merkezde toplamasını kendisinden ısrarla istedik. Halk İştirakiyûn Fırkamız ile Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ve diğer dağınık Grupları birleştirerek ve 2. Kongre’yi toplayarak T.K.P. Genel Sekreterini seçelim, Parti’yi tazeleyelim dedikse de Şefik Hüsnü bize yanaşmadı. Halk İştirakiyûn Fırkamızın kapanması ve mahkûmiyetlere uğramamıza sebep olanlarla ise Şefik Hüsnü ilişkili bulunuyordu. Bu münevveran burjuvalardır ki 1921 yılından beri aramıza sokulup bozgunculuk yapmışlardır. Onların yaptığı ihanetler yüzünden uğradığımız mahkûmiyetlerden, 1923 Cumhuriyet ilânı ve affı ve Kanunlardaki değişiklikler olmasa idi kurtulamıyacak ve şu anda aranızda olmayacaktık. Bu kadar darbe yetmiyormuş gibi, şimdi de Şefik Hüsnü’nün yine o münevverlerden bir kısmını aramıza sokmaya çalışmakta olduğu görülmektedir. Talebinin reddini ve ancak buraya cesaretle gelenlerin her birinin, tam selâhiyetli kongre azası sayılmasını ve dışarıdan başka delege kabul edilmemesini, mevcut 21 aza ile Kongre’nin yapılmasını teklif ediyorum’ dedi. Bu teklife Vanlı Kâzım ve Faik Usta da iştirak ettiklerinden reye kondu ve 15 reyle (Şefik Hüsnü’nün tezkiye ettiği [güvenilirliklerini teyit ettiği –yn.] beş kişinin dışındakilerin reyi) Şefik Hüsnü’nün teklifini red ve Salih Hacıoğlu, Vanlı Kâzım ve Faik Usta’nın teklifini kabul ettiler.”

Hakkında pek az kaynağın bulunduğu Akaretler Kongresi’ne dair uzun ve detaylı sayılabilecek bu aktarım, Kongre’deki “İşçi Aydın Gerginliği”ni konu edinen Ahmet Kuyaş’ın ilgisini çekmemiştir. Diğer yandan Kuyaş, aynı çalışmasında, Börklüce’nin, işçiler arasında Şefik Hüsnü’ye karşı tepki geliştiği, Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir’in işçi gündemlerinden ziyade burjuva milliyetçi gündemleri takip ettiği yönündeki diğer anlatımlarını seçerek yer veriyor. Sonra da bunlardan yola çıkarak var olan bir “işçi aydın gerginliğinin” abartıldığına kanaat getiriyor. Böylece partinin kongresine damga vuran bir tartışma ve gerilimin üzerinden atlanmış oluyor. Eklektik bir yaklaşım tercih edilmiş, olaylar ve olgular seçmece usulü verilmiştir.

Dosya çalışmasından Kuyaş’ın yazısını iki Şefik Hüsnü yazısı takip ediyor. Neslişah L. Başaran Lotz, yazısında Şefik Hüsnü’nün savaş zamanı İstanbul’da kalıp Anadolu’ya geçmeyişini Kemalist harekete konan siyasî mesafeyle, savaş bitip 1922 sonuna gelindiğinde Kemalistlere yönelik olumlu söylem değişikliğini ise Komintern’in etkisiyle açıklamaya çalışıyor. Hâlbuki hadise daha sade ve pragmatiktir; 1922 sonunda Kemalistler İstanbul’un idaresini işgal güçlerinden almaktadırlar. Kemalistlerin desteklenmesi yönündeki yazıların İstanbul’un idaresinin resmen devralındığı 1922’nin kasım ayında, Aydınlık dergisinin 10. sayısında çıkmasının ne ifade ettiği de yazarın ilgisini çekmemiştir  (s. 49, dn.17). Buradaki teorik zorlama ve açık tarihsel olayların üzerinden atlanması hadisesi dosyanın genel eğilimine uygundur.

Lotz’un yazısının satır araları, Suphilerin katlinden sonra, 1923 gibi nispeten ileri bir tarihte TİÇSF faaliyetlerine devam edildiğini gösteriyor (s. 49). Bu tespitler, birinci kısımda değindiğimiz, Burak Sayım’ın “Komintern Tarihinin Bazı Dinamikleri ve Akaretler Kongresi” başlıklı yazısında Akaretler Kongresi’nin toplanma sebebi olarak Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin Türkiye’deki grupların birliği konulu, 1922 tarihli kararını göstermesini çürütüyor. Sayım’ın atıf yaptığı Komintern kararı üzerine kurulan komitede Şefik Hüsnü de yer alacaktır; Komite’nin derhal Türkiye’ye dönüp TKP kongresini toplaması da karar altına alınmıştı; Şefik Hüsnü, Türkiye’ye dönmüş dönmesine ancak TKP’yi toparlamak yerine TİÇSF faaliyetine devam etmiştir. Börklüce’den yapılan aktarımların sınandığı bir başka noktaya işaret etmiş oluyoruz. TKP’yi yeniden toparlayan, Suphilerin şehadetinin parti saflarında yarattığı siyasî ve moral üstünlüğü arkalarına alan az sayıdaki Suphici kadronun çabası olmuştur. Şöyle de denilebilir: TKP bir şekilde yaşamaya devam etmiş ise bu, Suphilerin devletler dengesini zorlayan, uyumsuz ve rahatsız edici dönüş ısrarının neticesindedir. Dosyada yer alan bir sonraki yazı da Şefik Hüsnü ve Aydınlık dergisindeki yazılara odaklanan Gökhan Atılgan’ın atıfları ve Lotz’un yazısındaki Kemalizm’e yaklaşma anlatısını tamamlayan örneklerle doludur.

Uzun lafın kısası, Türkiye sosyalist hareketinin bugünü, dünü üzerine inşa olunmuştur. Başlangıçtaki sınıfsal eğilimler, bugün de kendisini Toplumsal Tarih dergisinin Şubat 2025 sayısında gösterdiği üzere sürdürmektedir. Dosyanın bilinçli tercihleri tarihsel siyasî bir hattın ucuna bağlanmış tutum alışların neticesi olarak ortaya çıkmıştır; hata söz konusu değildir. Muhatap olunan bir tür seçmece resmî tarihçilik icrasıdır; sınıfsal bir vakadır. Bu tutum; Doğulu, bulaşık ve gayri resmî olanı yadsımaktadır. Her iki çizgi de fikren yaşamaktadır; henüz kuvveye geçememişlerdir. Tartışmadan çıkarılacak çok ders vardır; burada bu kadarı kâfidir.

–yazı dizisi sonu–

Tevfik Atmaca

15 Nisan 2025

Dipnotlar:

[1] Erden Akbulut, Mete Tunçay, Komintern Dönemi TKP Tarihi – 1 Türkiye Komünist Partisi’nin Kuruluşu, 1919-1925, Yordam Kitap, 2. Baskı, Ankara, s. 146 vd.

[2] İbrahim Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi 1946 T.K.P. Kuruluş ve Mücadelesi Tarihi 1914 – 1960, 1. Cilt, 2. Basım, İstanbul, 1976, s. 94.

[3] Topçuoğlu, a.g.e., s. 98 vd., Sosyalizm.