Loading...

Türkiye’de Sermaye Düşüncesinin Arkeolojisi: Vanî Efendi Özgülünde Bir İzlek Arayışı


Türkiye’de sermaye sınıfının düşünsel, ailevî ve ekonomi-politik köklerinin araştırılmasında Yalçın Küçük, Tayfun Er ve Mahmut Çetin üç önemli isimdir. İlki, Sabatayizm üzerine yaptığı araştırmalar ile üstü örtülmüş bir konuyu açığa çıkarır, ikincisi ise Türkiye’de ve Osmanlı düzeninde, ideolojik koşullandırmalar sonucunda, var olmadığına inanılan kast benzeri sistemi ve “oligarşi”nin somut bağlantılarını gösterir. Üçüncüsü de üst sınıfların siyasal, kültürel, ailevî yakınlıklarını, “aydın yabancılaşmasını” ele alır. Bu isimlerin çalışmalarında dikkat çeken nokta, Türkiye’de egemen sınıfların ideolojik izleklerini modernleşme ve laisizm ekseninde bulmalarıdır. Bu eksenin temelinde de dinsel heterodoksi (Kabala, heterodoks sûfî İslam tarikatları ve bunların Masonizm ile bağları) yer alır.

Bu tarihsel izlek, Türkiye’de egemen sınıfların düşünsel köklerinin anlaşılması için oldukça doğru bir zemin sunmakla birlikte eksiktir. Bu eksiğin kısmen giderilebilmesi için, daha önceki bir yazıda ele alınan Kadızâdeli hareketine odaklanılması yerinde olacaktır.[1] Bu kısa yazının mütevazı hedefi, Kadızâdeli hareketinin son ve en bilinen temsilcisi Vanî Efendi özgülünde, Osmanlı-Türkiye tarihinde yer alan ve etkileri bugüne uzanan ideolojik, politik, coğrafî bağlantıların –yapılabildiği ölçüde– göz önüne serilmesidir.

Kadızâdelilerin en önemli ismi, padişah vaizi Vanî Efendi, Sabatay Sevi’nin hocasıdır. Sabatay Sevi’nin tutuklandıktan sonra çıkarıldığı mahkemede yer alır, ihtidasına şahit olur ve devamında da Sevi onun “sorumluluğuna” teslim edilir. Katolik Arnavutları İslam dinine döndüren Vanî Efendi’nin, Sabatay Sevi üzerinden Yahudilere ilişkin plânları vardır. Sabatay Sevi ve Vanî Efendi uzun dinî sohbetler yaparlar; birbirlerinin görüşlerini karşılıklı olarak etkiledikleri söylenir. Takip eden süreçte, dünyanın farklı yerlerinden Yahudiler Müslüman olduklarını duyurmaya başlarlar.[2] Vanî Efendi’nin günümüze kadar gelen bir yazılı metni, yani bir Kur’an tefsiri mevcuttur. Bu tefsirde (Araisü’l Kur’an) “Türklerin Yahudilerle ortak atadan geldiğini”, “anne tarafından İsrailoğulları ile kuzen olduklarını” söyleyerek Türkleri Araplardan ayrı tutar. Tefsirin günümüz Türkçesine tercümesini –1967 yılında– isteyen Nihal Atsız’dır.[3] 1967 yılı iki bakımdan önemlidir: Türkiye’nin üçüncü uzun iç savaşının başlangıç yıllarıdır ve müesses nizamın yedeğine aldığı milliyetçi gruplar, “Stay Behind” stratejileri doğrultusunda, belli ölçülerde İslamize edilerek kitleselleştirilmek istenmektedir. Diğer yandan 1967 yılı, İsrail’in kendine güveninin geldiği esas kuruluş yılıdır. Bölgede Türkiye’nin İsrail ile daha yakın olması plânlanmaktadır. Vanî Efendi’nin bahsedilen içeriğe sahip tefsirinin –Atsız gibi bir tarihî şahsiyetin de özel isteği ile– bahsedilen yılda güncellenmesi önemli bir işaret olarak kabul edilmelidir. Soy Türkçü/Tengrici akımlar ile Siyonizm’i yakınlaştırma çabaları bugün de günceldir.

Vanî Efendi bazı kesimlerce “Türk milliyetçiliğinin öncülerinden” kabul edilir. Cumhuriyetin ilk döneminde geçmişe yönelik bir tarih anlatısı oluşturulmak istenir. İsmail Hami Danişmend, Vanî Efendi’yi “17.yy’da bir Türk milliyetçisi” olarak adlandırır. Sabatay Sevi de 20.yy Yahudi milliyetçileri tarafından ilk Siyonist olarak adlandırılır. Bu iki ismin tarihteki yakınlığı, 20.yy’da İsrail’in güvenliği için oluşturulmak istenen Türkiye-İsrail iş birliği ve Türkiye’nin “rezerv devlet” konumunun devamı için bazı çevrelere göre bir temel teşkil eder. Vanî Efendi ve genel olarak Kadızâdeliler hareketi aynı zamanda bir tür erken merkantilizm savunusudur. Batı’da ticarî sermayenin devlet koruması altında biriktiği 17.yy’da Vanî Efendi sermayenin büyümesinin yolunu merkantilist uygulamalarda bulur. Anakronik olarak milliyetçi ve proto-Türkçü olarak kabul edilmesinin sebeplerinden biri, Batı tarihinde görülen burjuvazi-ulusal pazar ilişkisinin Osmanlı düzenine direkt tercüme edilmesidir. Vanî Efendi’nin sermaye birikimi için bulduğu diğer yol ise aslında devletin bir süredir bildiği ve kullandığı bir yoldur: Yahudilerin ticaret ve finans ağlarından yararlanmak. 16.yy’da Yahudi mültezim ve bankerler ön plândadır; Yahudiler Osmanlı düzenine bankacılık ve merkantilizm konseptlerini getirirler. O dönemde Vanî Efendi şahsında devletin Londra ve Amsterdam’a karşı İzmir’i öne çıkarmak için Dünya Yahudiliği üzerinde büyük etki yaratan Sabatay Sevi’yi “kolladığı” söylenebilir. O yıllarda İngiltere ve Hollanda savaş hâlindedir. Ayrıca Amsterdam’daki veba salgını şehir Yahudilerinin Mesih beklentisini artırır. Osmanlı düzeninin, üstelik Köprülüler devrinde, “düzen bozucu” hareketlere karşı pek de kolay göstermediği “hoşgörüyü” Sabatay Sevi hareketine göstermesinin pragmatik nedenleri vardır. 17.yy’ın başında önemli ticaret yolları güzergâh değiştirir, Osmanlı coğrafyasını terk eder. Yahudi ticaret ve finans sermayesi ağları Osmanlı düzeni için kritik önemdedir. Özellikle Amsterdam ve Hamburg o dönemde hem Yahudilerin önemli merkezleridir hem de finans ve ticaret sermayesinin aktığı önemli duraklardır. Amsterdamlı ve Hamburglu Yahudiler de Sevi hareketine büyük ilgi gösterir.[4]

Sabatay Sevi’nin heterodoksi, Kabala ve sûfîzm bağı üzerine çokça yazılmıştır. Sevi ihtida ettikten sonra “ikili” bir İslamî hayat yaşar. Dönemin en önemli muhaliflerinden Niyâzî-i Mısrî ile Sabatay Sevi’nin yakınlığı vardır. Bu damar, Sabatayizm’in heterodoks sûfî tarikatlar içindeki damarıdır ve Kabala ile tasavvufun ortak noktaları ile zemin bulur.[5] Ancak Osmanlı püriteni Kadızâdeliler ile Sabatay Sevi’nin daha az yazılıp çizilen bağı da daha az önemli değildir. Buradaki damar ise Osmanlı düzeninin egemen sınıfının kontrolünde yürüyen bir içerme/kapsama stratejisine dayanır ve etkileri günümüze uzanır. Sermaye birikimi, gelişen piyasalarda Yahudi ağlarının kullanımı, Yahudilerle Türkler arasında ortak kök arayışı, dinde halk karşıtı taassup ve tasfiyeci tutum, anakronik “Türkçülük” iddiası, Siyonizm ile ilişki buralarda iç içe geçer. Kadızâdelilerin “anti sûfî” tutumlarına rağmen Nakşibendiler ile sorunsuz ilişkileri de Nakşibendiliğin Osmanlı-Türk kapitalistleşmesindeki rolü göz önüne alınınca anlam kazanır. Bu izlek, Türkiye’de sermaye ideolojisinin arkeolojisine dair bir şeyler anlatır. Heterodoks sûfîlik-Sabatayizm kanalının yanında başka bir kanal daha vardır. Kadızâdeli hareketinin ve Vanî Efendi gibi bir tarihî kişiliğin yapıp ettiklerinin, yazdıklarının genellikle sadece dinî taassup yönünden irdelenmesi, bazı bağlantıları görmeyi imkânsızlaştırmaktadır. Vanî Efendi’nin tefsirinde yazdıkları ve Nihal Atsız’ın vasiyeti bile yeterince dikkat çekicidir. Burada, kendi dönemleri için çok şey ifade eden iki “sapma” vardır. İlk sapma, Kadızâdeliler gibi tasfiyeci ve taassup sahibi bir hareketin en bilinen üyesinin “bidat” bir yaklaşıma, Yahudilerle akrabalık anlatısına sıkı sıkıya bağlılığıdır. İkinci sapma ise Nihal Atsız gibi soy Türkçü bir ideolojik/politik karakterin, “Türkçü” ilân edilen ve Yahudilerle akrabalık iddiasında bulunan mutaassıp bir din adamının tefsirine olan ilgisidir. Her sapma, bilimin ve teorik bakışın konusudur.

Vanî Efendi’nin etkili olduğu Köprülü devri; siyasî gerilimler, aile ve para vakıfları yoluyla sermaye birikimi dönemidir. Bu devir ayrıca jeopolitik durumun değişmesi sonucu “Yeni Kuzey Politikası”nın uygulandığı dönemdir. Kamaniçe ve Çehrin kaleleri ile Viyana’nın kuşatılması bu agresif dış politikanın ürünüdür. Karadeniz’de değişen siyasî-askerî durum, Moskova’nın güçlenmesi, Polonya ve Macaristan’da müdahale olanaklarının belirmesi, dış siyaset değişiminde etkili olur.[6] Kadızâdeliler o dönemde gelişen piyasa ilişkilerinin ihtiyaçlarına uygun davranır; iç politika, dış politikaya, yani “Yeni Kuzey Politikası”na uyumlu hâle getirilir. Vanî Efendi’nin tefsiri “Türklerin Seçilmişliği” teması etrafında Türklere “Yeni Kuzey Poltikası” ile uyumlu görevler yükler. Türklerin Yahudilerle ortak kökenleri olduğu, fütuhat bayrağının Araplardan alınıp Türklere verildiği yazılır. Yayılmacılık, merkantilizm, Yahudi sermaye ağı, içeride gelişen piyasalara uygun sosyal disiplin, para vakıfları yoluyla finansallaşmanın meşrulaştırılması, halktaki itirazın baskılanması, muhalif gruplara karşı müesses nizamı destekleyici popüler algının oluşturulması… Kadızâdelilere bu açıdan bakılmalıdır.

Köprülü restorasyonunda gerçekleştirilen Kamaniçe ve Ukrayna içlerindeki Çehrin kuşatmaları, Lehistan seferleri, İsveç ile ittifak ve Girit kuşatması birlikte düşünüldüğünde karşımıza bugünkü Baltık-Karadeniz-Girit hattı çıkar. Bu anlamda Osmanlı Devleti’nin yeni dış politikası, bir yönüyle Rusya’yı sınırlama ve bu hattaki ticarette etkili olma amacını da taşır. 17.yy’ın ortalarında Polonya’da yaşanan pogromlar, bölge Yahudilerinin Mesih beklentisini artırır. Sabatay Sevi’nin Osmanlı dış siyaseti için burada da uygun bir araç olduğu açıktır; Vanî Efendi bu noktada devreye girer. “Nemçe” ve “Moskof” ile rekabet bu “Yeni Kuzey Politikası” ile şiddetlenir. Orta ve Doğu Avrupa Yahudiliğinin ilgisi Osmanlı düzenine çekilmek istenir, bu yolla bu bölgelerdeki ticarette söz sahibi olmak plânlanır. Hem askerî, jeopolitik ve ticarî ihtiyaçlar yayılmacı siyaseti koşullar hem de içeride para vakıfları, finansallaşma ve ticaret sermayesi yeni dış sermaye ağları ile bütünleşme isteğini getirir. Kadızâdeliler bütün bunların kesişim alanında yer alır; müesses nizam için o dönem önemli rolleri vardır.

Vanî Efendi’nin “kariyeri”, Viyana bozgunundan sonra inişe geçer, sürgüne gönderilir. Döneminin en sert muhalifi Niyâzî-i Mısrî’nin kaderini –kısmen– paylaşır. Vanî Efendi özgülünde jeopolitik, yeni emek ve piyasa disiplini, taassup, merkantilizm, Dünya Yahudiliği ile ilişkiler ve –sonrasında– “Türkçü” anlatılar birleşir. Egemen sınıf siyasetinin farklı dönemlerde öne çıkan veya kimi zaman arka plânda kalan parçalarıdır bunlar.

Umut Doğan

28 Haziran 2025

Dipnotlar:

[1] Umut Doğan, “Yeni Kadızâdeli Düşünce: Toplum Karşıtı “Ahlâkî Egoizm” ve Tasfiyecilik”, 24 Eylül 2024, Sosyalizm.

[2] John Freely, Kayıp Mesih, çev. Ayşegül Çetin Tekçe, Remzi Kitabevi, Ekim 2002, 1. Baskı.

[3] Vanî Mehmed Efendi, Araisü’l Kur’an, Selenge Yayınları, 3 Mayıs 2020, 1. Baskı.

[4] Joseph Kastein, İzmirli Mesih Sabetay Sevi, çev. Orhan Düz, Kamer Yayınları, 2016, 1. Baskı.

[5] Cengiz Şişman, Suskunluğun Yükü, Doğan Kitap, 4. Baskı, Mart 2022.

[6] Kahraman Şakul, II. Viyana Kuşatması, Timaş Yayınları, Şubat 2021, 1. Baskı.